Rıza şehri.
Rıza şehri
Bir zamanlar bir sofu dünyayı gezmeye çıktı.bir gün yolu bir şehre düştü. Bu şehir şimdiye dek gördüğü şehirlere benzemiyordu.
Sofu; «-evet bu şehirden değilim» diye karşılık Verdi.
Fırıncı; «-hele belli oluyor. Dur, öyleyse seni görevlilere teslim edeyim. Onlar seninle ilgilenirler. Bizim şehrimizde para pul geçmez» dedi. Fırıncı bu sofuyu görevlilere teslim etti. Görevliler, önce kendi aralarında bu sofuya ne yapacaklarını tartıştılar. Içlerinde biri: «-Meclise götürelim, ulular karar versin» dedi. Öbürleride bu görüşe katıldılar. Bunun üzerine tümü Meclisin yolunu tutular.yol boyu sofu düşünüyordu. Içinden «paranın geçmediği bir şehir. Görevliler, ulular meclisi, şimdi de büyük ne görkemli yerdir, gör ulular meclisi» diye kurdu.
Neyse bir sure yürüdükten sonar divana vardılar. Ama sofu bu kezde şaşa kaldı. Çünkü, divan denenbu meclis hiç de düşündüğü gibi büyük ve göz kamaştırıcı değildi. Düşündüğünün tam karşıtıydı. Bir sessiz köşede küçük bir yapı idi. Yerlere basit kilimler serilmişti. Aksakallı ulular bağdaş kurmuş kentin sorunlarını görüşüyorlardı. Görevliler uluları selamladıktan sonar: «-bu dünyalı şehrimize girmiş. Acıkmış, ekmek almak için bir fırına girmiş. Fırıncıya para vermeye kalkmış. Bunun üzerine fırıncı farkına varıp bize teslim etti. Ne yapalım?» diye sordular. Ulular: «-bunu neden buraya getirdiniz? Törelerimizi biliyorsunuz. O konakta bir odaya yerleştirin, aş evine götürün, gerekeni yapın!» diye buyurdular.
Bunun üzerine görevliler sofu ile birlikte geri döndüler. Önce bir aş evine götürdüler. Karnını doyurdular. Sonra, kentin konukları için yapılmış konağa götürdüler. Bir odaya yerleştirdiler, sofuyu kentte ne yapması, nasıl yaşaması gerektiğinı anlattılar: «-burda para pul geçmez. Burası rıza şehridir. Rızalıkla her istediğini alır, her istediğini yaparsın» dediler, yeter ki rızalık olsun. «bunu unutma» diye uyardılar. Sofu, konağa yerleşti, gezip dolaştı. Rahatı yerindeydi. Istediği yerde yiyip içiyordu. Hiç kimse «ne arıyorsun?» diye sormuyordu. Bir kaç gün sonra eşyalarını topladı. Şehirden ayrılıp yola koyulmak istedi. Ama görvlileri karşısında buldu.
Görevliler: «-gidemezsin!» dediler. «bu şehir rıza şehridir, adı üstünde. Sen buraya rıza ile geldin. Bizde sana yiyecek verdik, yatacak yer sağladık. Bu şehirde kaldığın sürece, bizden razı kaldınmı?» sofu: «-kuşkusuz razı kaldım, sağ olun!» diye karşılık verdi.
Görevliler: «şimdi bizim de senden razı kalmamı gerek. Bu yiyip, içip yattığın günler için çalışmalısın.
Sofu:«-o ki töreniz böyle çalışayım» diye kabul etti. Görevliler sofuya yapa bileceği bir iş verdiler. Konakladığı odadan alıp, daha büyük bir eve yerleştirdiler. Artık o da Rıza şehrinden bir adam olmuştu. Her sabah işine gidiyor, akşama dek çalışıp evine dönüyordu. Yavaş yavaş dost, arkadaş edinme çabasına girişti. Ama her kiminle konuşmaya başlasa ilk sorulan, «sen dünyalı mısın?» oluyordu. Bu şehrin insanları kavga, çekememezlik, kendini begenmişlik gibi tüm kötülüklerden arınmışlardır. Böylece gün geçti ay geçti. Sofu, şehri iyi den iyi sever oldu. Dünyayı gezme düşüncesinden vazgeçti. Bu şehirde kalmaya karar verdi. Ama hala yanlızdı.
Bir gün yakın bulduğu bir arkadaşına açıldı: «-Sizin bu şehirde nasıl evlenilir, Nasıl yapılır?» diye sordu. Arkadaşı: «-şehrin ortasındaki bahçe var ya, işte orda her Cuma günü tanışmak istiyenler toplanır. Çler gelirler. Her kes orda beğendiği, anlaştığı biri ile evlenme yolunu arar. Orda tanışırlar. Anlaşırlarsa evlenirler» dedi.
Sofu, Cuma günü söylenen bahçeye gitti. Kocaman bahçe tıklım tıklım doluydu. Türlü giysiler içinde genç kızlar, oğlanlar sohbet ediyorlardı. Birbirini beğenip anlaşanlar uzaklaşıyorlardı. Anlaşamıyanlar, ayrılıp başkasına yaklaşıyorlardı. Sofu olan bitenleri bir süre hayranlıkla izledi. Sonra kanının kaynadığı bir kıza yaklaştı.
Ama o bacının ilk sorusu: «-sen dünyalımısın?» oldu.
Sofu, aylardan beri hep bu sözü duymaktan iyiden iyiye bıkmıştı.
«-evet dünyalıyım. Ne olacak?» diye karşılık verdi.
Bacı: «-davranışlarından hemen belli oluyor. Ama alınma, zararı yok. O ki beni kendine eş seçmek istiyorsun, ben de sana yardımcı olurum, davranışlarını düzeltirsin» dedi.
Bacı ve sofu anlaşmaya niyet ettiler. Işten artan boş zamanlarında bulişup konuşuyorlardı. Sofu bir keresinde bacı ile buluşmaya giderken yolun kıyısında giderken kocaman bir nar bahçesi gördü. Bahçenin ne duvarı, ne bekçisi ne de koruyucusu vardı. Sofu hemen bahçeye daldı. Kimse görmeden, bahçeden bir kaç nar kopardı. Yakalanırım korkusu ile aceleci davranıp ağacın bir kaç dalını kırdı. Ama ne kimse geldi, ne de sordu. Sofu narları toplayıp, bacı ile buluşacakları yere gitti. Henüz bacı gelmemişti. Narları bir tabağa koydu. Masanın üstüne yerleştirdi. Bacının gelmesini bekledi. Nitekim bir sure sonar bacı geldi. Ne var ki, narları görmesine karşın hiç ilgilenmedi. Oysa sofu, bacının narları group ilgilenmesini, sevinmesini bekliyordu. Bacı, her zamanki gibi yerine oturdu. O zaman sofu dayanamadı. Bacıya narları gösterdi.
Bacı: «-bunları nerden aldın?» diye sordu. Sofu, narları nerden kopardığını söyledi. Bunun üzerine bacı: «-Beni düşündüğün için» sağ ol. Ama o bahçenin yerini, varlığını bende biliyorum. Canım isteseydi gidip ben de alabilirdim. Şimdi benim canım istemiyor. Bu narlar burda boşuna çürüyecek. Başkaların hakkını boşuna çürütmüş olacağız. Gelirken öğrendim. Narları koparırken bahçeye de bir sürü zarar vermişsin. Oysa daha dikatli davranıp bahçeye zarar vermiye bilirdin. Burda kimse senden birşey kacırmıyor ki… bunca süredir Rıza şehrinde yaşıyorsun. Bu şehirde rızalıkla her şeyin serbest olduğunu bilmeliydin. Şimdi anlıyorum, sen bu şehre ayak uydurmayacaksın.
Bunları söyledikten sonar, bacı sofuyu bırakıp gitti. Görevlilere söylemiş olacak ki, görevliler, sofunun yaptıklarını uludivana bildirdiler. Divan sofunun durumunu tartıştı. Sonun da sofunun Rıza şehrine uymayacağına dair karar verildi. Bunun üzerine görevliler, dünyalı sofuyu şehirden attılar.
Şimdi bu olay kulağımıza küpe ola! Rıza üç türlüdür. Birincisi: kişinin kendisiyle rızasıdır. Ikinci: kişinin toplum ile rızasıdır. Üçüncü: kişinin Tarikat ile rızasıdır. Kendi kendi ile rıza, sofunun pir önünde, başı secdede iken, kendi kendini ölçmesi, kendi kendini yargılamasıdır. Kendi özü ile yüzleşmesidir.hiç kimsenin tanıklığı, şikayeti olmaksızın, kendi özünü yargılamasıdır. Ve de, kendi suçunu kendi gözü ile görmesidir.yer yüzü bir uğraş alanı, secde bir aynadır. Sofu ayna içinde kendini görecektir. Orda kendisiyle baş başa kalacaktır. Kendini ele verecektir. Işte o zaman sofu insan evresine çıkmıştır.
Bir kelebek bir yumurta bırakır. O yumurta pişmanlık yaprağı ile beslenir. Tövbe ipliği ile kozasını örmeye başlar. Ve erdem ipliğini yaratır. Kendini o iplikten hücrede tutsak eder. Aylarca, yıllarca yanlızlık köşesinde kendisi ile hesaplaşır. Pir önünde secdeye durmak, Tanrı katında secdeye durmaktır. Tanrı her şeyi görünce ve bilicidir. Bu dünyada piri kandırmak olasıdır ama Tanrıyı kandırmak olası değildir. Işte kişinin kendi kendisi ile rızası, kendi özü ile yüzleşmesidir. Seçenek kişinin yine kendisine bırakılmıştır.
Ikincisi kişinin toplum ile rızası. Bu, kişinin içinde bulunduğu toplumdan, toplumun kişiden rızasıdır. Bunun kuralları bellidir. Yolumuzda kişinin eline, diline, beeline sahip olması gerektir. Bu üç mühür, kişiyi kötülükten uzak tutar. Bir sofu bunlara gem vuramazsa, sofu olamaz. Kendini bulamaz. Toplum ondan, o toplumdan razı olamaz.
Üçüncü rıza, kişinin tarikatla rızasıdır. Yolumuza giren can, rıza ile girer. Hiç bir zorlama, hiç bir baskı söz konusu değildir. Yolumuza rıza ile giren canın yolumuzun gereklerini inanarak, severek, rıza ile yerine getirmesi gerektir. Yolumuza giriş müsahiplikle başlar. Müsahip olmak demek,
Toplumda rıza olursa, kişinin özünde rıza olur. Böylece üç rıza birleşmiş olur. El ele el Hakk´a ulaşı.
Şimdi yukarda ki dünyayı gezmek istiyen sofunun durumuna dönelim. Gerçekte, o sofu kendi kendi içinde, ne toplumda ne de tarikatta rıza oluşturmuştur. Bu nedenle once kendi içinde, ne toplumda ne de tarikatta rıza oluşturmuştur. Bu nedenle, once kendi içinde, sonar toplum içinde, sonar da tarikatte rıza oluşturmuş rıza şehrine uyamamıştır. Rıza şehrinde yaşayanlar
Tarikat ehlinin isteklerine gem vurması gerekir. Tarikat ehli rızasız lokmaya el uzatmaz. Kendi karısından başkasına bakmaz. Kendi kadını dışında bütün kadınlar sofunun bacısıdır. Onlara kötü gözle bakan sofuya en önce uyarı olmak üzere doksan dokuz Tarik vurulur. Kırkı kendisine, kalan ise hiç kimsenin yüzünü görmek sizin tüm tarikatte ve yüzü görülerek hakikate vurulur. Sofu´dan üç kurban alınır.
Pir, halife, müsahip, talip tümü Muhammed Ali´nin yoluna rıza ile ikrar verip iradet getirmiş kimselerdir. Bunların birbirlerine teslim olmaları, dört kapıya teslim olmamaları mürebbi ve müsahibi tanımamaları Yezidliktir. Böylelerinin yüzü karadır. Imam Cafer sadık buyurdu ki: «ikrar verip talip olmuş mürebbi ve müsahibe ermiş, erkana boyun eğmiş mümin müslim bacı kardeş rızasız iş işlemesin ki, rızaları geçerli olsun.» çünkü rızasız iş olmaz. Yol ve erkan ulu Tanrı´nın evidir.
Imam Cafer-i Sadık BUYRUĞU
Hazırlayan: Adil Ali Atalay, Can yayınlar, 5.Baskı
Ekleyen: =Seyyid Hakkı=