3- Peygamberlik Işığı Üzerine TA-SIN
Peygamberlik Işığı Üzerine TA-SIN
Bir ışık çıktı, görünmez’in Nur’rundan. Çıktı ve geri dönerek diğer ışıklara egemen oldu. Bir aydı o; diğer ayların içinde ışık saçarak kendini açığa vuran, ayların sultanıydı. Evi, göğün en yüce katında bir yıldız. Tanrı onu «okumaz yazmaz» diye adlandırdı; çünkü o, soluğunu «h»(Soluk alınıp verilirken çıkan «h» sesi, «hak» (tanrı) sözcüğündeki ilk ses.) Tanrı onu «kutsanmış» diye adlandırdı. Dualarının görkeminden dolayı; «Mekkeli» diye adlandırdı, kendisinin bulunduğu yerde oturduğundan dolayı.
Tanrı, onun gögsünü genişletti, gücünü arttırdı ve üzerinden kaldırdı «senin sırtına ağır gelen» yükü, ve kendi yetkisini yükledi. Tanrı onun Bedr’ini görünür kıldı, böylece o tüm bir ay olarak Yemame’nin bulutundan sıyrıldı ve güneş olarak Tihama (Mekke)’nin yan tarafından yükseldi ve ışığını tanrısal bağış kaynağından aldı.
O, kendi içinde gördüğünden başka bir şey bildirmedi, kendi davranışının gösterdiği gerçek dışında bir şeyin örnek alınmasını buyurmadı. Kendisi, Tanrının varlığında bulundu, başkalarını da Tanrı’nın kavuşturdu. Gördü, gördüğüne benzedi. Yol gösterici bir ışık olarak bırakıldı, böylece rehberliğin sınırlarını belirledi.
Hiç kimse, onun gerçekten neyi simgelediğini anlayamaz, Katıksız Olan’dan başka. Çünkü o, Katıksız Olan’nın varlığını doğruladı ve ona eşlik etti, öyle ki aralarında hiçbir fark kalmadı.
Bilgeler, onun gerçek niteliğine ilişkin bilgileri olduğu halde, kendisini öz olarak tanımlayamadılar. Onun niteliği, ancak Tanrı’nın açıklamayı uygun bulduğu kimseler için açık seçik kılındı. «kendilerine kitap verdiğimiz kimseler; bunlar o zaman çocuklarını tanıdılar; bunların bir bölümü, bile bile gerçeği gizli tutular.» (Bakara; 146)
Peygamberlik ışığı, onun ışığından doğdu. Tüm ışıkların içinde, en parlak, en tanınır olanı, yaratılmamışın en yaratılmamışı olanı, sonsuz bağış Sahibinin ışığı.
Onun «h» diye soluk alıp verişi, öbürlerinin soluklarından üstün; onun varlığı, var olmayandan üstün; onun adı, Kelam’dan üstündür, çünkü daha önce var oldu.
Bu işleve sahip olandan daha gönül okşayıcı, daha soylu, daha akıllı, daha adaletli, daha nazik, Tanidan daha çok korkan, daha sevimli bir kimse, ne ufuklarda, ne ufukların ötesinde, ne de ufukların altında var. Onun unvanı, Yaratılmışların Efendisi’dir, adı Ahmet, sıfatı Muhammed’dir. Buyruğu en kesin, özü en üstün, sıfatı en görkemli, soluk alışı kendine özgü.
Ey mucize, Kim var, ondan daha fazla kendini açığa vuran (Tanrı’nın, peygamber biçimine bürünmesi), daha görünür, daha büyük, daha şanlı, daha ışıklı, daha güçlü, daha akıllı? O var ve o vardı, o bilindi tüm yaratılmış şeylerden, varlıklardan ve oluşlardan önce. O anımsandı ve anımsanır «önce»’den önce, «sonra»’dan sonra, özlerden ve niteliklerden önce. Onun özlü, tümüyle ışık (Tanrının ışık (nur) olarak görünüğüne inanılmaktadır.); Konuşması Arapça; kabilesi «ne Doğuda, ne Batıda»; soyu saygın; görevi barış getirmek; unvanı ise, «okumaz yazmaz.»
Gözler, onun belirtileriyle açıldı; gizler ve benlikler, onun orada buluşuyla anlaşıldı. Tanrı, kendi Söz’ünü ona söyletti ve bir kanıtt (layan) olarak kendisi, onu doğruladı. Tanrı’nın kendisiydi onu gönderen. Kanıtlayan da o, kanıtlanan da. Susamış yüreklerin dayanılmaz susuzluğunu odur gideren, odur getiren yaratılmamış sözü; bir söz ki ne etkileniretkilendiği şeyden, ne de dille bildirilir. Bu söz, Tanrıyla kaynaşmıştır ayrılmamacasına ve anlaşılmazın sınırlarını aşmıştır.
Odur haber veren, sonu ve sonun sonlarını.
Bulutu kaldırdı ve Kutsal Ev’i gösterdi. O bir sınırdır, bu yüzden yüce bir savaşçıdır. Odur putların kırılması buyruğunu alan, odur putların yok edilmesi için insanlığa gönderilen.
Onun üzerinde bir bulut, pırıl pırıl şimşekler çakdırdı; altındaysa parıltılı bir şimşek çaktı, yağmur yağdırdı, ürün verdi. Tüm bilgi, onun okyanosundan tek bir damladır; tüm akıl, onun ırmağının yanlızca bir avuç kadarı; tüm zamanlar, onun yaşamının yanlızca bir saati.
Tanrı onunla birliktedir, gerçek de onunla birlikte. Bu birlik oluşta o, ilktir; sonuncudur peygamber olarak görevlendirilişte; gerçek olarak içte, Tanrı bilgisi olarak dışta.
Hiçbir bilgin yok, onun bilgisine ulaşan; hiçbir filozof yok, onun aklına erişen.
Tanrı, yarattıklarına kendisini teslim etmedi. Çünkü yaratılmış olan, yaratıktır; ama orada bulunursa Tanrıdır. Ve Tanrı, Tanrıdır.
MuHaMmeD’in M8mim)’sinden hiçbir şey çıkmadı ve hiçkimse girmedi onun H(ha)’sına; H(ha)’sı, ikinci M(mim)’nin aynısı; D(dal)’si, ilk M(mim)’si gibidir. D(dal)’si onun zaman içindeki sonsuzluğudur; M(mim)’si, saygınlığıdır; H(ha)’si onun Tanrılık durumudur, ikinci M(mim)’si gibi. (Bu yorum, Hurufilik anlayışının bir örneğidir. Peygamberin tanrılaştırılması burada da görülüyor.
Tanrı, onun konuşmasını açığa vurdurdu, belirtilerini büyüttü, onu bir kanıt olarak bilinir kıldı. Ona Furkan’ı (Furkan: Doğru ile yanlışı ayıran ölçüt: Kur’an.) gönderdi, onun dilini yetkinleştirdi, yüreğini nurlandırdı. (Yüreğin kutsallığı konusunda Önsöz’e bakın). Onunçağdaşlarını yetersiz kıldı (Kur’an-ı taklit konusunda). Onun açıklamalarını kendisi saptadı ve şanını yükseltti.
Onun buyruğundan kaçarsan, hangi yolu tutacaksın kılavuzsuz, ey hasta insan? Filozofların düşünceleri, onun yüce aklının önünde ancak gevşek bir kum tepesidir.
Kitap: Tavasin
Yazar: Hallac-ı Mansur
Ekleyen: Seyyid Hakkı