11- Tevhidde Kendine Dönük Bilinçler Üzerine TA-SIN
Tevhidde Kendine Dönük Bilinçler Üzerine TA-SIN
Tevhidde, kendine dönük bilinçlerin Ta-Sin’i şöyledir:
(Elif: Teklik, Tevhid. Hamse: Kendine dönük bilinçler, bir kısmı bir yanda, başka kısmı öbür yanda. Ayn, başlanğıçta ve sonda: Öz.)
Kendine dönük bilinçler, O’ndan çıkar O’na dönerler, O’ndan işlerler, ama mantık açısından gerekli değildirler.
Tevhidin gerçek öznesi, öznelerin çoğunluğunu aşar geçer; çünkü O, özneye eklenmez, amaçlanana eklenmez ve bu tümcenin adıllarına eklenmez. Adıl işlevindeki sonek, Konu’sunun değildir; iyelik gösteren «ha», O’nun «Ah»’ıdır ve bizi birliğin savunucusu kılmayan öbür «ha»’dan farklıdır.
Bu «ha» için «vah» dersem; öbürleri bana, «Yazık» der.
Bunlar sıfatlar ve özeliklerdir; kesin, dolaylı bir ilişki bunu deler ve böylece görebiliriz Tanrı’yı, varlığın koşullarına bağlı olarak.
Tüm insanlar «parçaları iyi birleştirilmiş bir yapı gibi»’dir. Bu bir birlemedir ve Tanrı’nın Tekliği bubirlemenin dışında kalmaz. Ama her birleme, bir sınırlandırmadır ve sınırlandırınca sıfatlar, sınırlandırılmış amaçlara uygulanır. Şu var ki, Tevhid amacı, sınırlandırmaya olanak vermez.
Doğru (el-Hakk), Tanrı’nın kendisi değil de, bulunduğu yerdir.
Tevhidi söylemek, onu gerçekleştirmez, bir terimin sözdizimsel işlevinden dolayı; ve onun gerçek anlamı, eklenmiş bir terimde olunca, bunlar birbirine karışmazlar. Öyleyse o, Tanrı’da olduğunda bunlar nasıl karışa bilirler?
Eğer ben, «Tevhid, =’ndan çıkar» dersem, o zaman Tanrısal Öz’ü ikilerim ve ondan bir şey çıkarırım ki bu çıkan, onunla birlikte vardır ve aynı zamanda hem bu Öz’dür, hem değildir. Eğer onun Tanrı’da gizlenmiş olduğunu ve onu Tanrı’nın açığa vurduğunu söylersem; o nasıl gizlenmiş olur, madem ki «nasıl» ya da «ne» ya da «bu» yok ve O’nun içerdiği bir yer «nerede» yok?
Çünkü «bunda», Tanrı’nın bir yaratımıdır; «nerede» (yer) de öyle.
İkinci bir özeliğe sahip olan, özsüu olamaz. Bir bedenden ayrılmış olmayan, bedenin en az bir kısmına sahiptir. Ruhtan ayrılmış olmayan, ruhtan tümüyle yoksun değildir. Bundan dolayı Tevhid, özümseyicidir.
O zaman bunun ötesine, merkeze (Amaçlanan’ın merkezine) dönelim ve onu, ikincil özeliklerden, özümsemelerden, nitelemelerden, dağılmalardan ve esas özelliklerden (özel sıfatlardan) yalıtalım.
İlk daire, Tanrı’nın eylemlerini içerir; ikinci daire, belirtileri içerir; bunlar, yaratılanların daireleridir.
Merkezdeki nokta, Tevhid’i simgeler, ama Tevhidin kendisi değildir. Yoksa nasıl daireden ayrılabilirdi?
Kitap: Tavasin
Yazar: Hallac-ı Mansur
Ekleyen: Seyyid Hakkı