Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

Sivas katliamı -1

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI" - 1 -

2 TEMMUZ 1993. PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR ŞENLİKLERİ'NİN 2. GÜNÜ...ÖNCE SİVAS KÜLTÜR MERKEZİ, SONRA MİSAFİRLERİN KALDIĞI OTEL KUŞATILDI. 8 SAAT SONRA İSE ÖLÜM GELDİ

Sivas değil yüreğim yandı          
Devlet destekli dinsel gericiliğin bir kalkışmasıdır Madımak yangını. Travmalarla çökertilmek istenen Türkiye'nin vicdanında açılan en büyük yaralardan biridir... Utanmaz bir caniliğin sokakları ele geçirme girişimi ve hesabı verilmeyen bir katliam olarak capcanlı ortadadır...

Türkiye tarihi özünde bir travmalar tarihidir. 31 Mart Menemen olayı, Milli Şef dönemi tutuklamaları, karartma geceleri, Yassıada mahkemeleri, 12 Mart, 1 Mayıs 1977, 1978 Maraş olayları; Çorum, Malatya ve Sivas. Ardından kara tarih 12 Eylül. Bugün halen egemenliğini sürdüren ekonomi-politik ve siyasal sistemin ilk tohumlarının atıldığı.

İşkenceler... 15 yıl süren binlerce insanın ölümüne, binlercesinin fiziksel ve ruhsal olarak örselenmesine yol açan, faili meçhulleri, gözaltında kayıpları, satirli saldırıları, köy boşaltmaları ile süslü, teknik ve soğuk ifadesi ile 'düşük yoğunluklu savaş'. 1990'h yıllar ve körfez savaşı. Irak Kürtlerinin büyük göçü... Yakın tarihimizin derin olaylarının simgesi 'Susurluk' kazası. Son günlerimizin dramatik aile içi şiddet öykülerinin en acılısı Töre cinayetleri. Son olarak Hrant Dink cinayeti ve adını burada anmadığım niceleri...

Yaşanmış bu travmaların en temel özelliği; doğal felaketinden kazalarına, cinsel şiddetinden işkencesine kadar, henüz 'işlenmemiş', eş deyişle muhasebe edilmemiş olmaları. Bu sürecin nasıl olacağı ve nasıl tamamlanacağı konusunda bir öngörümüzde yok ne yazık ki. Bu deneyimler anlamlandırılmadıkça örselenmiş belleğimizin birer parçası oldular. Mağdurlarının anılarında acı veren birer deneyim olarak yeniden yaşantılanır duruma geldiler. Bu olaylar artık belleklerimizi aşıp toplumsal ve tarihsel belleğimizi kapladılar. Unutuldukça hatırlanıyorlar aslında. Tanıkları dünyadan ayrıldıkça, bu tanıklığı yaşamayanların merakı onu yeniden hatırlanır kılıyor. Aslında bu anıları acı verici biçimde anılarında yineleyen bireylerin tanıklığında geleceğe aktarılan bu tarihin tanıklığı da ör-selenmeye açıktır. Bu deneyimlerin tanığı olmayan bireyler merak ettikçe ve araştırdıkça, muhasebe edilmemiş ve zaman içinde kanıtları yok edilmiş tarihsel olaylar da çarpıtılma riski yaşamaya başlıyor. Çarpıtma, daha olaylar yaşanırken, 'travma' oluşurken, eş deyişle insanlık suçu işlenirken başlıyor aslında, ve zaman içinde aynı biçimde sürüyor. Bunu aşmanın yolu tarihe dürüstçe ve insanlığın evrensel değerleri adına tanıklık etmekte yatıyor. Bu sürecin, bu hesaplaşmanın ya da boşalmanın -adını nasıl koyarsanız koyun- hangi biçimde olursa olsun gerçekleşmesi beklentisi, anısını yaşatan ama acısını içine gömen her tanığın, her örselenmiş bireyin umudu ya da beklentisidir.

2 Temmuz 1993. Tanığı ve mağduru olduğum, devlet destekli dinsel gericiliğin bir kalkışması izlenimi veren ve tarihsel dönüm noktası olan olaylar... Bugünlerde 14. yıldönümünü anacağımız -andığımız- kara tarih. 37 kişinin öldüğü, 60 kişinin yaralandığı, 39 kişinin otelden sağ olarak kurtulabildiği... Halen nedenleri anlaşılamamış, gerçek failleri yakalanamamış ya da halen ortalıkta dolaşan... Mağdurunun halen benimseyemediği, acısını içinde yaşamaya, anlam vermeye ve kabullenmeye çabaladığı... Üzerine şiirler, öyküler, kitaplar yazılan ama halen hesabı sorulmayan, sorulamayan. Adil dünya inancını sonsuza dek yok eden, silen ve süpüren Sivas katliamı...

OLAYLARIN GELİŞİMİ  
2 Temmuz 1993'te yaşanan olaylar, Sivas'ta her yıl düzenlenen ve tanınmış bir yazar olan şimdi aramızda olmayan ünlü gülmece yazarı Aziz Nesin'in de konuk olarak katıldığı Pir Sultan Abdal Kültür Şenliklerinin 2. gününde başlamıştı. "Radikal İslamcı" olarak tanımlanan siyasi gruplar tarafından düzenlendiği belirtilen eylemlerle sanatçıların kalmakta olduğu Madımak Oteli ve etkinliklerin gerçekleştirildiği Kültür Merkezi kuşatılmış, etkinliğe katılanlar ve düzenleyenlere taşlı ve sopalı saldırılarda bulunulmuştu. Şenlikler sırasında açılışı yapılan, Pir Sultan Abdal'ı ve Sivas'ın simgesi kangal köpeğinin temsil eden OZAN HEYKELİ göstericiler tarafından yıkılarak sürüklenmişti. Bu eylemler esasında günümüzde müze olan Sivas kongre binasının önündeki Atatürk büstüne de saldırıda bulunulmuştu. Sivas Kültür Merkezi'ni yaklaşık beş saat kuşatan ve taşlı sopalı saldırıda bulunan eylemciler daha sonra Madımak Oteli önünde toplanarak saldırılarını burada sürdürdüler. Kuşatıldıktan yaklaşık 8 saat sonra, polis kordonu altında olmasına rağmen, otel göstericiler tarafından yakıldı. Yakılmadan önce sevk edilen askeri birlikler otelin yakılmasına kadar herhangi bir müdahalede bulunmadı ve izlemekle yetindi. Olaylara ancak Özel Birliklerin kente gelişiyle birlikte müdahale edilebilmişti. Olaylarda 35'i otelde olmak üzere 37 kişi öldü ve 60'tan fazla kişi yaralandı. Sekizi yaralı olmak üzere 39 kişi otelden sağ olarak kurtuldu. Milyarlarca liralık maddi hasar meydana geldi. Kültür merkezinde bulunanlar içinde az sayıda hafif yaralı vardı. Olayda ölenler ve yaralıların büyük çoğunluğu Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi'ne götürülmüş ve yaralılar tedavi altına alınmıştı.

Nöroloji kliniğinde rotasyon yapmakta olan bir yıllık bir psikiyatri asistanıyken tanığı olduğum bu olaylar benim travma ve ilişkili ruhsal bozukluklara ilgi duymamın bireysel gerekçelerinin çok ötesinde bir zihinsel ve duygusal karışıklık yaşamama yol açtı. İnsanlık tarihinde yaşanan olayların ve dünyada halen olup bitenlerin yarattığı arayışla 'travma'yı anlamaya, aklımdaki onlarca soruyla başa çıkmaya çalışırken binlerce insanın bu örselen-meyi birdenbire, öylesine ve yanı başımda yaşamasını şaşkınlıkla, acı duyarak izledim. Hastanede saatler süren koşuşturmanın sonrasında 3 Temmuz sabahı uykusuz gözlerle yanmış otele doğru baktığımda bugüne dek yaşadığım en kötü deneyimin bu olduğunu düşündüm. Umudu ve mücadeleci bir sevgiyi çağrıştıran, Hasan Hüseyin'in "bir oğlum olacak adı temmuz" şiirinin taşıdığı umudun nasıl da yandığını ve yüzünü küle gömdüğünü o an hissettim. Biliyordum, artık temmuz olamayacaktı oğullarımızın adı...

Olayın hemen ardından başlayan ve giderek yükselen sesler, tartışmalar, yorumlar, acılar, haykırılar; korku, gelecek kaygısı, güvensizlik, çaresizlik, öfkeyi biriktiriyordu. Ama en çok dikkat çeken ve özellikle yerel basında her gün yinelenen şey bu olayları unutturma çabalarıydı. Esnafın yaşadığı ekonomik kayıp ve Sivas ekonomisinin durumunun kötüleşmesi riski yerel basında olayların üzerine sünger çekme, iç yüzünü ve nedenselliğini tartışmama, küflendirme, hızla gündemden kaldırma taleplerini dillendiriyordu. İnsancıllıktan arınmış ve ölen insanları sadece bir istatistik veri olarak gören bu eğilimin ilerleyen günlerde bir çok çevre tarafından gösterildiğini anımsatmam gerekir.

Diğer yandan olayların tanığı ya da mağduru olan bireylerde tarihin tanıklığı görevini doğru biçimde yürütme, yaşanan gerçekliği gelecek kuşaklara eksiksiz ve doğru biçimde anlatma, yani unutturmama çabası kendini gösteriyordu. Kimi zaman bir yaşanan ruhsal acının bir "tekrarlama belirtisi" olarak, kimi zaman "katharsis" yanı duygusal arınma, kimi zaman ise bu acı deneyimin temel inançlara asimile edilmesi sürecinde, olayların yarattığı medyatik etkinin elektriğinden yararlanıp kendi varoluşuna yeni bir "anlam" katabilmek amacıyla birçok şey yapıldı. Birçok kitap, makale yazıldı, söyleşiler yapıldı, etkinlikler düzenlendi vs. vs. Siyasi dinamizmini kaybetmiş birçok yapı bu olaylar üzerinden bir taban oluşturmanın uğraşısına girdiler o dönemlerde.

Siyasal iktidar ve muhalefet bu olayların sorumlularını açığa çıkaracak mekanizmaları hareketlendirmekten çok, kendi sorumluluklarını gizleme ve siyasal konumlarını güçlendirecek bir araca dönüştürme eğilimi gösterdiler. Özellikle olayları izleyen dönemde basın ve medyada yer alan açıklama ve yorumları incelediğinizde buna ilişkin çok sayıda kanıt bulacağınıza biliyorum. Ama şimdi... Yıldönümlerinde hatırlanan, anma törenleri giderek sönükleşen, mağdurunun, mağdur ailelerinin kendi acılarına kendi, yalnızlıklarına gömülü beklediği bir tarih: 2 Temmuz!

Travma ve travma sonrası stres bozukluğu üzerine  
Güneşin her bir doğuşu arasında yaşanan gerçeklikler insanoğlunun aklının ve duygularının sınırlarını zorlayacak ölçüde çok, zorlu ve acı üreten yaşantıları biriktiriyor. Her doğan gün yeni örselenmeler doğuruyor. Ya da yıllardır yaşananlar biraz daha çoğalarak eskiyor. Travmanın her geçen gün yaşamın en bilinen kavramı olması, en sıradan olguların içinde yer-leşebilmesi, istenmeyen vazgeçilmezliği ve ürkütücülüğü, dikkatleri ona ve sonuçlarına yöneltiyor. Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) sokaktaki insanın dahi iyi bildiği bir sözcük artık. Eksik ya da fazla bir fikri var, ve sonuçlarını merak ediyor. Bir dönemler aklını kaybetmenin "kafayı yemek" sözcükleriyle argo anlatımlarda yer bulması gibi "travmatize olmak"ta günlük konuşmaların içine sızmaya başladı. Bu bir duyarlılık gibi anlaşılabilir. Ama diğer yandan sözcükler sıradanlaştıkça ve yaygınlaştıkça içeriği de değişiyor ve kendi gerçeğinin dışında bir gerçeği de anlatmaya başlıyor. Bu durum bir yandan duyarsızlık yaratma potansiyeline de sahip. Bunun bize gösterdiği, yapmamız gereken şey kavramları ve içeriğini doğru ve yerinde tanımlamak.

TSSB 1990'h yılların en dikkat çeken araştırma alanlarından birisini oluşturmaktadır. Buna, karşın TSSB ile ilgili bilgimiz yetersizdir. TSSB bu anlamda yeni bin yılımızda en öne çıkacak bozukluklardan biri gibi görünüyor. Bu bozukluk, daha çok uzun yıllar süren ve bireyin yaşamını derinden etkileyen biçimleriyle, yani kronik TSSB ile gündemde kalacak izlenimi veriyor. Bu nokta TSSB'nun oluşması kadar, seyri ve bu seyri etkilemesi olası etkenlerle ilişkisini önemli kılıyor.

TRAVMA
Psikososyal Travmalar

  • » İnsan eliyle bilerek oluşturulan travmalar
  • » İnsan eliyle kaza sonucu oluşan travmalar
  • » Doğal felaketler İnsan eliyle bilerek oluşan travmalar
  • » Politik işkence ya da kötü muamele
  • » Politik olmayan işkence ya da kötü muamele
  • » Savaş travması
  • » Tecavüz, cinsel şiddet
  • » Aile içi şiddet

TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) bireyin fizik bütünlüğünü tehdit eden ve onu dehşete düşüren, çaresizlik yaratan, hemen herkes için sıkıntı kaynağı olabilecek bir olayın ardından gelişen, birçok duygusal, bilişsel, davranışsal ve sosyal bozuklukları içeren psikiyatrik belirtiler olarak tanımlanıyor.

Tanımlamada belirtilen sıkıntı verici deneyimler bireyin yaşamını ve fizik bütünlüğünü tehdit eden deprem, sel, çığ gibi doğal afetler; yangın, trafik ve uçak kazaları gibi insan eliyle kazayla oluşturulan felaketler ve savaş, işkence, tecavüz gibi insan eliyle bilerek oluşturulan felaketler şeklinde sıralanıyor.TSSB'ndan söz edebilmek için travmayı istem dışı sık sık anımsama, rüyalarda görme ya da travma yeniden oluyormuş duygusuna kapılma gibi tekrarlama belirtilerinin; olayları hatırlatan duygu, düşünce ve ortamlardan uzak durma, etkinliklere ilgi kaybı gibi kaçınma davranışlarının; uyku bozukluğu, öfke patlamaları, tedirginlik gibi aşırı uyarılmışlık belirtilerinin görülmesi ve bu belirtilerin en az bir ay sürmesi bireyin sosyal ve mesleki işlevselliğini bozması gerekiyor TSSB'nun akut, kronik ve geç başlangıçlı olmak üzere üç formu tanımlanmıştır. Bazı uzun dönem izlem içeren çalışmalarda bozukluğun seyri sırasında bazı alt formlarında oluşabildiği bildirilmiştir.

Toplumda ağır travmaya uğrayan insanların toplam sayısı bilinmediğinden TSSB'nin yaygınlık oranlarını saptamak zordur. Yapılan çalışmalarda yaşam boyu yaygınlık oranının yüzde 1-14 oranında olduğu, risk gruplarında ise bu oranın yüzde 3-75 oranında değiştiği belirtilmiştir ABD'nde yapılan epidemiyolojik bir çalışmada TSSB'nun yaygınlığı yüzde 1 olarak bulunmuştur. Kadınlarda yüzde 1.3, erkeklerde yüzde 0.5 olduğu, genel olarak kadınlarda erkeklerden daha yüksek sıklıkta görüldüğü belirtilmektedir. TSSB ile ilgili çoğu araştırma erişkinlere yöneliktir. Ancak travmatik bir olayla karşılaşılan çocuklarda da TSSB ölçütlerini karşılayan belirtilerin gelişebildiği bildirilmektedir.

Çocukluk dönemindeki örseleyici yaşantıların, travma öncesindeki uyumu bozarak yaşam olaylarına duyarlılığı artırdığı ve yaşanan bir travmanın kolaylıkla TSSB belirtilerini açığa çıkartabildiği belirtilmektedir. Kişinin stresle başa çıkma yolları ve stresöre verdiği anlam, travmatik yaşantının nasıl bir bilgi işlemeye tabi tutulacağını ve TSSB'nin gelişimini belirleyen önemli bir faktördür.

Travma mağdurlarının verdiği ilk tepki, bir bozukluk değil, doğal bir tepki olarak kabul edilmektedir. Oluşan belirtiler ise yaşanan deneyimin yerleşik bilişsel şemalara oturamaması sonucu oluşmaktadır. Başlangıçta patolojik olmayan bu yanıt uzayarak ve günlük yaşamsal işlevselliği bozacak düzeye ulaşırsa patolojik kabul edilmektedir. TSSB dalgalanmalarla seyreden bir bozukluktur. Yıldönümleri ya da travmanın bir yönünü çağrıştıran durumlar alevlenmelere neden olabilmektedir.

02.07.2007

DOÇ.DR. BURHANETTIN KAYA

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilimdalı

KAYNAK: BİRGÜN GAZETESİ

Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Alevilikte inanç-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62 * YouTube, Hakk Dergahı TV kanalımız: https://www.youtube.com/@hakkdergahitv8618 * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241 * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519 * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ * Facebook, Seyyid Hakkı özel sayfamız; https://www.facebook.com/SeyyidHakkiAL/ Aşk ile Canlar...