Allah ve Hz.Muhammed
Allah ve Hz.Muhammed
Hamd, Allah’a ki övenler onu layıkiyle övemezler; nimetlerini sayıp dökenler, onları söyleyip bitiremezler. Hakkını eda edemezler. Öyle bir mabuddur ki, derin düşünceler onu idrak edemez; akıl-fikir, denizine dalanlar, zatının künhüne eremez. Bir sınır yoktur ki, sıfatını sınırlayabilsin; bir vasıf yaratılmamıştır ki zatına layık bulunsun. Yoktur ona sayılı bir an; yoktur onun için ertelenmiş bir zaman. Yaratılanları, kudretiyle o yaratmıştır; yelleri, rahmetiyle o estirmiştir; yarattığı yeryüzünü, kayalarla pencinleşmiş, pekiştirmiştir.
Dinin evveli onu (Allah) tanımaktır. Tanıyışın kemali, onu tastik etmektir. Tastik edişin kemali, onu bir bilmektir. Bir bilişin kemali, ona karşı öz doğruluğuna ermektir. Öz doğruluğun kemali onu noksan sıfatlardan tenzih etmektir. Çünkü bilmek gerektir ki, ne sıfat söylenirse söylensin, o sıfatla vasfedilemez; her sıfat, vasfedilenden gayridir; onunla bilinemez.
Onu vasfetmeye kalkışan, onu bir bir başkasına eşit etmişsayılır. Başkasını ona eşit sayan, ikiliğe düşmüş olur. İkiliğe düşen, tecezzisini kaail olur; tecazzisi kail olan, onu tanımamış bulunur. Onu tanımayan, ona cihet isnat eder, ona işaret eyler. Ona işaret eden, onu sınırlar. Sınırlayan, sayıya sokar. Her nerde derse, onu bir yerde sanır, ona mekan isnat eder; bir yerde diyense, başka yeri ondan hali sanır.
Vardır, yaratılmaksızın mevcutdur. Yokluktan var olmaksızın. Her şeyle biledir, beraber değil. Her şeyden gayrıdır, ayrı değil. İşler yapar; harekete, alete muhtaç olmadan. Görendir, görülen yokken. Birdir, bir varlığa muhtaç bulunmadan, hiç bir varın yokluğunu garipsemeden. Halkı yarattı, yaratmaya koyuldu, düşünüp kurmadan, işe deneyişten faydalanmadan, bir harekete, alete muhtaç olmadan, işe koyulmadan, koyulup yorulmadan. Her şeyi vaktinde yarattı, bir birlerine aykırı olan şeyleri birleştirdi, uzlaştırdı. Her şeyde bir istidat, bir tabiat yarattı; her şeyin maddesini ona göre düzdü – koştu. Her şeyi olmadan bilendir o; sınırlarını; sonlarını kavrayıp kapsayandır o; her şeyin gizli, açık, her yanını bilendir o.
Tenzih ederim o’nu noksan sıfatlardan, daima, yaratıklarına, şeriat sahibi bir peygamber göndermiştir; yahut bir kitap indirmiştir; yahut gerekli bir huccet tanıtmıştır; yahut da doğru yolu bildirmiştir. Öylesine peygamberlerdir onlar ki, ne sayılarının azlığı yüzünden buyrukları bildirmede bir kusurda bulunmuşlardır, ne yalanlayanların çokluğu yüzünden bir taksire düşmüşlerdir. Kimisi gelip geçmiştir; kendisinden sonra geleceğin adını bildirmiştir; kendisinden sonra geleceğin adını bildirmiştir; kimisi çıkıp gelmiştir; ondan önceki onu tanıtmıştır.
Bu yol – yordam üzere çağlar geçmiştir, zamanlar aşmıştır; atalar geçip gitmişlerdir, oğullar, yerlerine geçip yetmişlerdir. Sonunda, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, vaadini yerine getirmek, elçiliğini tamamlamak için Resulullah’ı göndermiştir.Allah’ın salatı ona ve soyuna olsun. Onu tanımak, tanıtmak için peygamberlerden söz almıştır; sıfatları tanınmıştır; doğumu ve doğduğu yer ve zaman yüceltilmiştir.
O gün yeryüzündekiler, ayrı ayrı yollara sapmışlardır; darmadağın dileklere sarılmışlardır; dağınık yollara sapıtmışlardır. Kimisi, Allah’ı, onun yarattığı şeylere benzetmedeydi; kimisi, adını anarken batıl yola gitmedeydi; kimisi de ona şirk koşup sapıklık etmedeydi.
Derken onunla sapıklıktan kurtardı onları, vücudunu bereketiyle bilgisizlikten helas etti onları; sonra da, Allah’ın salatı ona ve soyuna olsun, Hz.Muhammed’e noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah kendisine kavuşmayı seçti; katında ihsanda bulunmayı diledi; dünya yurdundan almakla ikram etti ona; belalara eş olmayı reva görmedi ona. Kerem sahibi onu kendi katına aldı; allah’ın selatı ona ve soyuna olsun. O, sizin aranızda, peygamberlerin ümmetleri içinde bıraktığını bıraktı. Çünkü peygamberler, ümetlerini başıboş bırakmadılar; apaçık bir yol bırakmadan gitmediler; bir bayrak dikmeden onları terk etmediler.
Rabinizin kitabı sizdedir, yanınızdadır; helalini de apaçık göstermektedir, haramını da. Farzlarını da apaçık bildirmededir, üstün işlerinide. Bir hükmü kaldıran ayeti de açıklamıştır, hükmü kaldırılan ayeti de. Ruhsatlarını da bildirmiştir, azimetlerini de. Anlamı hususi olan da apaçıktır, umumi olan da. İbretleri de meydandadır, örnekleri de. Mutlak olanıda bildirilmiştir, mukayyet olanı da. Anlamı herkesçe anlaşılanı da beyan edilmiştir, anlaşılmıyanı da. Kısaca anlatılanları tefsir edilmiştir, müşkil anlaşılanları açıklanmış, bildirilmiştir. Öyle hükümleri vardır ki, o kitabın, mutlaka bilinmesi için ahdalınmıştır, öyle hükümleri vardır ki kulların, onların bilinmesi de caiz sayılmıştır.
Öyle ayetleri vardır ki, kitapta farzdır da neshedilişi, sünetle bildirilmiştir. Öyle ayetleri de vardır ki, sünetle vacip olmuştur, kitapdaysa terk edilmesine ruhsat verilmiştir. Bazı hükümleri vaktinde vaciptir, ileri zamanlarda hükmü geçer. Haramlarının da hükümleri çeşit çeşittir; öyle büyük haramlar vardır ki onları yapana cehennem vardır; öyle küçükleri de vardır ki, onları yapanların suçlarını örter, bağışlar. Öyle hükümleri vardır ki, en azı da makbuldür, en çoğu da yapılabilir.
Aynı Hutbeden
Hürmeti vacip olan evini (Ka,be,yi) ziyaret edip haccetmenizi de size farz etti; o evi halka kıble kıldı; halk susanmış yaratıkların yanıp kavrularak koşuştukları gibi oraya varırlar; oraya sığınırlar. Noksan sıfatlardan münezzeh olan ma’bud, kendi ululuğuna karşı gönül alçaklığını sağlamak, yüceliğini onlara anlatmak için o evi bir sebep olarak icad etti. Halkın bir kısmını seçti ki, onlar, onun çağrısını duydular da icabet ettiler; onun sözünügerçeklediler.
Peygamberler’inin durakları yerlerde durdular; arşın çevresinde dolanan meleklere benzediler; ona kulluk etme ticaret yurdunda karlar elde ettiler, suçları örteceğini vaadettiği yere koşup gittiler. Noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce ma’bud, o evi, islam için alem kıldı; sığınanlara orasını bir harem kıldı. Orayı ziyaret etmeyi farz etti; hakkını tanıyıp korunmayı gerekli saydı.oraya varmanızı farz etti de o noksan sıfatlardan münezzeh olan ma’bud buyurdu ki; “Insanlardan oraya gitmeye gücü yetene, Allah için gidip o evi ziyaret ederek haccetmesi farzdır; inkar eden eder; Allah, şüphe yok ki, bütün alemlerden müstağnidir.” (Kur’an-ı Mecid, III, 97)
Allahın nimetlerinin sayılmayacağını, Hz.Muhammed de “Allah’ım, gazebinden rızana, ikaabından bağışlamana, senden sana sığınırım, sana layık övmeyle seni övmeme imkan yok benim için; sen kendini nasılövdüysen öylesin” buyurmuştur. Yeryüzü, bir yaygıya, dağlar çivilere teşbih edilmiştir.
Din; lügatta “karşılık” manasına gelir. Terim olarak; ilahi hükümlerin tümüne denir. Kur’an-ı Mecid’de, Tanrı katında dinin ancak müslümanlık olduğu bildirilmiştir. Müslümanlığın gerçek din olduğu anlatılmıştır. Ayrıca, her yapılan işin karşılığı verileceği vaadedilen kıyamet gününe de “din günü” denmiştir. Birinci manada itaat etmek, ramolmak, öz gerçekliği manaları da vardır. Bu söz Kur’an-ı Mescid’de bir çok ayetlerde geçer. Zariyet süresini 56 ayetinde, “Ve ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmuştur. Bu ayeti İbn-Abbas, “Yani, beni tanısınlar diye” tarzında tefsir etmiştir. “Ben gizli bir defineyim, tanınmayı diledim de halkı, beni tanısınlar diye yarattım” mealindeki kudsi hadisi mevzu kabul edenler dahi, yukardaki ayetin tefsiri bakımından, bu sözün, meal itibariyle doğru olduğunu söylemişlerdir “Aliyy-ül – Kaari: Mevzuatı Kebir, Matbaa-i amire – 1289, s.62”.
Dinin, usulü, Allahın varlığına, birliğine, kullara lutuf olarak içlerinden bazılarını seçip hükümlerini bildirmek, doğru yolu göstermek için gönderdiğine, onlara Hz.Cebrail vasıtasıyla ve vahiy yoluyla hükümlerini bildirdiğine, bunların içinde son peygamber olan Hz.Muhammed’in Tanrı katında mertebesi en yüce ve yüksek olduğuna ve peygamberliğin onunla bittiğine, bu dünyadan sonra bir ahıret aleminin bulunduğuna ve herkesin orada, dünya da yaptığının mükafat ve mücazatını göreceğine inanmaktır. Bu üç asla «Tevhid, Nübüvvet, Maad» denir. Nübüvvet’e, meleklere ve kitaplara inanmak, maada, ölümden sonra ayet ve hadislerde bildirilen şeylerin hepsine inanmak girer.
Bunları tastik, herkese ve aklen gerektir. Bunlarda taklit, yani bir müçtehidin reyine uyuş olmaz. Füru-ı din’de, yani namaz, oruç, hac, zekat ve saire gibi bedeni, yahut mali, yahut hem bedeni, hem mali ibadetlerle, nikah, talak, alım-satım gibi muamelattaKur’an ve hadisten, yani Kitap ve Sünnetten hüküm çıkarmaktan, icma ve akılla bir hükme varabilmekten aciz olan kişilerin müçtehidi taklit etmeleri, onun re’yine uymaları icab eder.
Allah’ı hakkiyle tavsif mümkün değildir, çünkü sıfatları, bizim bildiğimiz sıfatlar gibi değildir, Kitapta ve Sünnette varid olan sıfatlar bizim idrakimize göredir. Ancak bizim görmemiz, duymamız, renk, şekil, ses, uzaklık, yakınlık yönünden olduğu gibi gözle ve kulakla mümkündür. Halbuki Allah’ın görmesi, duyması, bir esere tabi olmadığı, bir ihtiyaça bağlı bulunmadığı gibi aletle de değildir, ilmi, görülen, duyulan şeyleri muhit olduğu gibi görülmeyen, duyulmayan şeyleri de muhittir. Bu bakımdan, bizimle onun sıfatlarını kıyaslamak, adeta onun zatına bir eşit kabul etmeye benzer ki, vahdete, tevhid inancına aykırıdır. Varlık ve birlik, Allah sübhanehu ve Taala’nın zatında sabit iki sıfattır, zatın aynı değildir.
Bakara, Yunus ve Taba sürelerinde, Allah Tabereke ve Taala’nın göğe, arşa istivası müevveldir. İstiva; iki şeyin, iki adamın eşit ve deng olmasıdır. Siva; iki şey arasında hacım, ağırlık gibi hususlarda eşitliğe denir; keyfiyet hususunda da kullanılır. İstiva, “ala” ile ta’diye edilirse kavramak, kaplamak anlamına gelir. Emri, hükmü, tedbiri, göğü, arşı kavradı, yani kökleriyerleri yaratıktan sonra arşa hakim ve mutasarrıf oldu, tedbiri orada carı oldu demektir. Gökte her çirmi kaplayan fezadır, arş, tavan, bir şeyin üstünü örten şey ve çardaktır. Mecaz yoluyla padişahın meclisi, saltanat, hüküm, yücelik ve kudretten kinayedir.
Arşı yıkıldı demek, hükmü kalmadı, gücü kuvveti yok oldu demektir. Bu bakımlardan bu ayetlerdeki mana, tedbiri, emri, kudreti, göğü, arşı kapladı, her şeye şamil oldu ve şamildir tarzında anlaşılır. Yoksa gökte veya arştadır demek değildir (El-Müfredat s.329-330; Tabrasi: Mecma-ul Beyan; I, s.71-72, IV, s.427-428, V, s.99). müccesime taifesi, Allah’ın arşta bulunduğunu kail olmakla hata etmişlerdir. Bir yerde temekün, başka yerde bulunmaktadır, aynı zamanda mahdut ve cisim sahibi olmaktır, cisimse tecezzi eder. Bütün bunlarsa Allah için muhaldir.
Bir işe koyulan, önce o işi düşünür, kurar, bilgisinden, görgüsünden faydalanır, yaparken hareket halindedir, bir cehit sarfeder, yorulur. Bu dört vasıf olmadan hiç bir iş yapılmaz. Allah tebareke ve taala ise bunlardan müstağnidir, münezzehdir. İlmi bir şeyi yaratmadan önce de ona lahiktir, sonunu da bilir.
“Kim doğru yolu bulursa ancak kendisi için bulmuştur. Kim doğru yoldan sapmışsa, kendisini saptırmıştır ve kimse, bir başkasının yükünü yüklenmez ve biz, peygamber göndermedikçe hiç bir topluluğu azaplandırmayız” ayetimucebince lutfu dolaysıyla insanlara insanlara mutlaka bir peygambergöndermiştir, bir kitap indirmiştir, bir huccet tanıtmıştır, doğru yolu beyan buyurmuştur. Saf süresi, 6.ayetinde Hz.İsa ala Nebiyyina ve alihi ve aleyhisselamın, Hz.Muhammed’i bildirdiği gibi kendisinden sonra gelecek peygamberi müjdelemiştir; kimisi bizim peygamberimiz gibi eski peygamberleri tasdik etmiş ve ettirmiştir.
2.bakara süresi 143.ayetinde tam orta yolu tutmuş, ifrattan, tefritten arınmış olan Hz.Muhammed ümmetinin bütün insanlara tanıklık edeceği, Hz.Peygamberin de ümmetine tanık olacağı, Nisa süresi 41. ayetinde, kıyamet günü her ümmetten bir tanık getirileceği, Hz.Muhammed ümmetinin de hepsine tanıklık edeceğibildirilmektedir. Tevbe süresinin 33.ayetinde, müşrikler istemese, zorlarına gitse bile Hz.Muhammed’in insanları doğru yola götürmek için gerçek din ile, bütün dinlere üstün olmak için gönderildiği beyan buyrulmaktadır. Saf sürenin9.ayet-i kerimesi de aynı mealdedir ve bu ayetlerden Hz.Muhammed dininin son din, kendilerinin de son peygamber olduğu anlaşılmaktadır.
Ahzap sürenin 40. ayetinde ise Hz.Muhammed’in Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusu olduğu tasrih edilmektedir. Ayette, peygamberler, sözü “nebiyyin-haber getirenler” diye geçer. Her nebi, rasul, yani şeriat sahibi değildir, fakat her Rasul nebidir, yani nebi umumidir, Rasul hususi ve Rasul, nebi sözünün şumulüne girer; bu bakımdan hadislerle de sabit olduğu veçhile Hz.Muhammed, peygamberlerin sonuncusudur, dini de son dindir. Ondan sonra peygamberlik iddia eden ve din kuran kişilerin hemen hepsi de sömürgenlerin İslam’ı bölmesine maşalık eden şarlatanlar, yalancılardır.
Kur’an-ı Mecid’de, Allah’a ibadet için kurulan ilk evin, ilk mescidin, Mekke-i Muazzama’daki Ka’be olduğu bildirmiştir. Ali imran sürenin Buhari, Ebu-Zerr’ den (R.H.) tahric eder; diyor ki: Ya Resulullah dedim, yeryüzünde ilk kurulan mescid hangi Mescid’dir? Mescid’di Haram buyurdular. Sonra hangi mescid kuruldu dedim, mescid-i Aksa buyurdular. İkisinin arasında dedim, ne kadar, zaman var? Kırk yıl buyurdular.
Cehalet devri denen ve Hz.Muhammed’in gönderilmesindeki evvelki devre ait olansapıklıklar, saymakla tükenmez. İnsanlar putlara tapıyorlardı; kumar, içki, faiz alıp yürümüştü. Kadınlar dört, beş, hatta daha fazla erkekle evleniyorlar, çocuğun babası, ya hakemle tayin ediliyor, yahut kura ile tanınıyordu. Diri hayvanların etinden parçalar kesilip yeniyordu. Haram ve helal bilinmiyordu. Soy boy üstünlüğü, yağma, adi işlerdendi. Kız çocukları diri diri gömülüyordu. Bu hususta, tarihlerde anlatıldığı için fazla söze lüzum görmüyoruz.
Hz.Peygamberin diktiği bayrak, Allah’ın kitabı, kendilerinin sünnetidir
Helal; yapılabilen, yapılması suç olmayan şeylerdir. Haram yapılması suç olan, bir kısmının cezası, dünyada da tayin edilmiş olan şeylerdir. Farz; yapılması emredilenlerdir. Hükmü kalkan ayete «Mensüh», o ayetin hükmünü kaldıran ayete, “Nasih” denir. Ruhsatbir sebep yüzünden yapılmasına cevaz vermektir. Azimet, manasında tansis bulunan hükümlerdir. Mesela, içki haramdır. İçen dünyada da had vurularak, yani dövülerek cezalanır, su içmekse helaldir. Bakara sürenin 173.ayet-i kerimesinde, ölü hayvan etti, kan ve domuz haram edilmiştir; fakat zorda kalanın başkasının hakkına el uzatması, doyuncayadek yememesi şartıyle yemesine cevaz verilmiştir; bu bir ruhsattır. Oruç; baliğ olmayan, aklı başında bulunmayan, hasta ve kadınsa hayiz halinde olmayan ve ve seferde bulunmayan herkese oruç farz edilmiştir; bu sözde yukarıdaki mazeretlerden biri ile mazur olmayanlara tahsis vardır. Manası umumi olan, “herkes ölümü tadar” manası herkese ve herşeye şamil olandır.
Kaynak; Nech’ül - Belaga
=Seyyid Hakkı=