Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

30- Ömer’in çevirme harekatı, Savunma tertibatı, Durmaz



Ömer’in çevirme harekatı

Muharrem’in sekizinci Çarşamba günü ve gecesi, bu suretle geçmiş; dokuzuncu günü sebahı, düşman karargahında serdar (Önder) Ömer’in başkanlığı altında bir savaş meclisi toplanmıştı.

 

Sa’d ibni Vakkas’ın oğlu Ömer, çadırına çağırttığı komutanlara durumu anlattıktan sonra: Beni Esedi’lerin birdenbire üzerimize baskın yapmaları bize ders olmalıdır. Bugün, yarın: civardaki öteki kabileler de bu suretle hareket edebilirler. Hüseyin’i elden kaçırmamak için, artık savaşa başlamalıdır.... demişti.

 

Dinleyenler, Ömer’in bu sözlerini tasdik etmişler ve hemen savaş ilanına karar vermişlerdi.

 

Ömer, derhal tertibata girişmişti. Arasında muhtelif rekte bayraklar yükselen askerini, sık saflar haline koyarak ileri doğru sürmüş; imam Hüseyin’in karargahını daha yakından çevirmek istemişti.

 

Ömer, var kuvvetini üç kısıma ayırmıştı. Cephedeki merkez kuvvetinin komutasını, kendisi almış, bayrağını, kölesi Zeyid’e vermişti. Sağ cenah kuvvetini de Şimr’in komutasına vererek, imam Hüseyin’in karargahını yanlardan arkaya doğru kuşatmıştı.

 

Bu suretle, imam Hüseyin’in bir avuç kuvveti etrafında çevrilen düşman çemberi, artık tamamıyle daralmıştı.

 

 

Savunma tertibatı

Çadırdan çadıra gezerek, susuzluktan bitap bir hale gelenlere metanet ve dayanma tavsiye eden imam Hüseyin, düşmanın bu tertibatını görür görmez, artık Kerbela çölünde başlayan facianın, son haile (çok acıklı olay) sahnesinin yaklaştığını anlamış, hüzün ve elem dolu gözlerini etrafta gezdirmişti.

 

Şimdi ne yapacaktı? Karargahının bulunduğu yer, apaçıktı. Bir anda saldıracak olan düşman atlıları bu karargahı sel gibi basacak, susuzluktan bitap ve perişan olan suçsuz kadınlar ve çocuklar, atların ayakları altında ezilip parçalanacaktı.

 

İmam Hüseyin, böyle bir felaketin önüne geçmek için son bir çare aramış ve artık son dakikanın yaklaşmakta olduğunu anlamıştı.

 

İmam Hüseyin kararını vermiş ve: Ya Abbas!... diye seslenmişti.

 

Çadırın önünde, düşman kuvvetlerinin hareketlerini hidetle seyre dalanlar arasında bulunan Abbas, birdenbire silkinmiş, imam Hüseyin’in yanına gelerek, O’nun emirlerini beklemişti.

 

İmam Hüseyin: Ya Abbas!... Yanına yirmi kişi al. Ömer’e git; bu tertibatı almaktan maksatları nedir?

 

Abbas, aldığı emri derhal yapmıştı. Yanına yirmi atlı alarak, Ömer’in renk renk bayraklar yükselen merkezinin karşısına gitmişti: Ya Ömer!... Resulullah’ın evlat ve hanedanı etrafında alınan bu tedbir ve tertibattan maksat nedir? demişti.

 

Düşman tarafından bir kaç kişi ilerlemiş: Ali’nin oğlu Hüseyin, Emirülmüminin Yezid’e biat etmemekte ısrar ediyor. Onun hareketi şer’an isyandır. Bunun için, şimdi üzerine saldırılacak, asi Hüseyin ile ona tabi olanlar hep kılıçtan geçirilecek.... diye cevap vermişlerdi.

 

Abbas, üzengilerinin üzerinde dikilmiş; itiraz etmişti: Bu hareketiniz, usule uygundeğildir. Vahşiyane bir şakavetten ibarettir. Biz, sizin kılıçlarınızdan korkmaz ve haktan başka de hiç bir kuvvetle tabi olmayız.... Hepimiz, mukateleye hazırız. Ancak, siz de usul ve geleneğe uygun bir şekilde savaşmalısınız... demişti.

 

O devrin adetlerine göre, bir kuvvetin başka bir kuvvete saldıracağı zaman, olacak savaşı önceden ilan etmesi gerekirdi. Bunun dışında yapılacak hareketler, kahramanlık addedilmezdi.

 

Onun için, Abbas’ın bu sözleri üzerine düşman murahhasları arasında kısa bir müzakere olmuş; şu cevap verilmişti: Pekala... işte, size haber veriyoruz: Öğleden sonra savaşa başlayacağız.

 

Abbas, süratle dönmüş, çadırların önünde, asasına dayanarak bekleyen imam Hüseyin’e düşman murahhasşarıyle cereyan eden konuşmayı anlatmıştı.

 

İmam Hüseyin, usul dairesinde bir savaşı kabul ettiğine memnun olmuştu. Ama Ehl-i Beyt’i ok yağmurundan korumak için bir tertibat almak gerekiyordu. Halbuki, buna vakit yoktu.

 

İmam Hüseyin, kısaca düşündükten sonra: Ya Abbas!.... Onlara söyle ki; bugün perşembedir. Perşembe günü öğle vaktından sonra savaşmak adet değildir. Çünkü, mübarek Cuma gecesi, mümünlerin ibadetine ayrılmıştır. Bize bu gece mühlet versinler. Yarın sabah savaşa başlarız... demişti.

 

Abbas, tekrar düşman safları karşısına gitmiş: Ey «Muhammed’in ümmetiyim» diyenler! Allah’ın habibi ve Resulü olan Muhammed’in gözbebeği imam Hüseyin, tarafından ilan edilecek olan savaşı kabul ediyor. Ancak, sizden bu gece mühlet istiyor... diye seslenmişti.

 

Düşman safları arasında bir itiraz yükselmişti: Olamaz... Öğleden sonra savaşa girişilecektir.

 

Ama, bu itiraz sesi birdenbire sönüvermişti. Çünkü yine düşman safları arasından: Bir gece bile mühlet vermemek bu ne demektir!... Bir adama bu kadar kuvvetle karşı gelmek, sonra ona istediği birkaç saati bile vermemek doğru değildir.... sözleri kulaktan kulağa aksetmeye başlamıştı.

 

Serdar Ömer; bu galeyanın bir isyan halini almasından korkmuş; Ömer ibni Haccac’ın tavsiyesiyle kabul etmişti ve bu sefer bizzat meydana çıkarak, Hüseyin’e söyleyiniz: Onun son teklifini kabul ederek ve yarın sabaha kadar bekleyeceğiz... cevabını vermişti.

 

İmam Hüseyin’in maksadı, savaşılırken, düşmanın arkasından saldırarak, çoluk çocuğun atlar altında çiğnenmesine engel olamaktı.

 

Ehl-i Beyt’i, ok yağmurlarından korumak için, çukur bir yer seçmiş; çadırları sıklaştırmış ve bütün eşya denkleri yan yana dizilerek bunlardan bir siper vücuda getirmişti.

 

Sonra, gecenin karanlığından yaralanarak, bu siperlerin kenarlarını kazdırmış; etrafını bir hendekle çevirmiş ve birçok çalı çırpı toplatarak, bu hendeklerin içine doldurmuştu. Savaşırlarken bunlar ateşe verilecek ve düşmanın arkadan saldırısına karşı bir yangın siperi vücuda getirilecekti.

 

Ama, bu işler yapılıncaya kadar, gerek imam Hüseyin, gerek onun etrafında bulunanlar pek yorgun düşmüşlerdi. Özelikle iki günden beri süren susuzluk, bütün takat ve dermanlarını kesmişti. Hele kadınlar ve çocuklar, gittikçe artan hareretin şiddetinden dayanılmaz acı içindelerdi.

 

İmam Hüseyin, düşmanlarının verdiği sözden emin değildi. Gecenin karanlığı içinde karargaha kadar sokularak, gerek kendisine, gerek Ehl-i Beyt’e karşı haince bir suikastta bulunabilmelerine ihtimal vermişti. Herhangi ani bir saldırıya karşı gelebilmek için çadırların etrafında bekçilik görevini gören kollar tertip etmişti.

 

 

Durmaz   

Bu kollardan biri, uzaktan, deveye binmiş bir süvarinin geldiğini görmüş, ona doğru ilerlemişti. Süvari, Türk şivesiyle söylenen bir Arapça ile; imam Hüseyin’i görmek istediğini söylemiş ve derhal imam Hüseyin’in yanına getirilmişti. Bu adamın adı Durmaz’dı (Teberi tarihi).

 

Durmaz: Ya Hüseyin!... Sizi almaya geldim. Bizim köyümüz birkaç mil uzaklıkta, sarp ve kayalık bir yerdir. Orada düşmanın zafer bulması ihtimali yoktur. Kabilemizin hepisi de babanız imam Ali’yi seven Türklerdir. Seni, rüzgar gibi uçan devemle düşmanın içinden kaçırırım... demişti.

 

Bu sırad, imam Hüseyin’in sahabeleri arasında bulunan Türkler, baş başa vermişler; hareretli müzakereye girişmişlerdi. Bu Türkler, Azerbeycanlı Müslim ile onun oğlundan imam Hüseyin’in en sadık dostlarından sayılan Gulam Sa’d Hüseyin adını taşıyan Kutlamış’la, imam Hüseyin’in özel hizmetlerine bakan Firuzan’dan mürekkepti.

 

Bunlar; kendi aralarında yaptıkları bir müzakereden sonra; gecenin karanlığından yararlanarak imam Hüseyin’i gizlice kaçırmaya karar vermişlerdi.

 

İmam Hüseyin’e karşı beslediği sonsuz aşk ve sevgi ile ünlü Müslim, imam Hüseyin’e gelmiş, Durmaz’la gitmesi için pek çok ricada bulunmuş ve: Ya imam!... Burada hep beraber bir ölüm cemberi içindeyiz. Bizim, yaşayıp ölmemizin hiç önemi yok. Onun için, kendimizi düşünmüyoruz. Ancak seni ve Ehl-i Beyt’i kurtarmak istiyoruz. Sen buradan çıkarsan bu adamlar artık Ehl-i Beyt’e kastedemezler... demiş ve imam Hüseyin’in öteki ashabı da bu hususta ısrarda bulunmuşlardı.

 

Durmaz, yine söze karışarak: Yel gibi uçan, bir hamlede düşman saflarını aşmaya muktedir olan devemle, müsaade et, seni alayım, köyümüze kaçırayım. Orası, bir kartal yuvası gibi sarp ve kayalıktır. Bizi orada kimse bulamaz. Bulsa da, kolay kolay ele geçirmeyi başaramaz. Bir süre orada saklanırız. Sonra, doğruca Horasan’a veya Azerbeycan’a kaçarız... demişti.

 

İmam Hüseyin, bu sözleri büyük bir memnuniyetle dinlemiş; sonra, gülümseyerek, Durmaz’ın sırtını okşamış: canabı Hak, Ceddim Muhammed senden ve senin neslinden hoşnut olsun. Sadakatine teşekür ederim... Ama, artık buradan bir adım bile uzaklaşmak, benim için mümkün değildir... diye cevap vermişti.

 

Durmaz, imam Hüseyin’i götürmeyi başarmayınca, yine gecenin karanlıkları arasından sıyrılarak, köyüne dönmüştü.

 

Kitap: Kerbela Vakası –Ziya Şakir

Ekleyen: Seyyid Hakkı

Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Alevilikte inanç-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62 * YouTube, Hakk Dergahı TV kanalımız: https://www.youtube.com/@hakkdergahitv8618 * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241 * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519 * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ * Facebook, Seyyid Hakkı özel sayfamız; https://www.facebook.com/SeyyidHakkiAL/ Aşk ile Canlar...