Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

ANASAYFA


Gösterişli Camilere değil, üreten Fabrikalara ihtiyaç vardır...
Özgürlük, akıl ve hakikatin peşinde olan bir halkın içinden yükselen isyan duygusunu, adalet özlemini ve gerçek dindarlığın ne olması gerektiğini dile getiriyoruz.
 

Gösteriş, başkalarının beğenisini kazanmakiçinyapılan abartılı davranış ve harcamalardır. Israf ise, gerekli olmayan yere yapılan harcamalar ve kaynak kayıbıdır.

Evler, ibadethane olabilir.
Insan, yüreğini temiz tutuyorsa ibadetini bir odada da yapabilir.
Fakat fabrika, hiçbir evin yerini tutmaz.
Çünkü fabrika üretir,
Istihdam sağlar,
Ekmek kazandırır ve
Karnı doyurur.

Unutmayalım ki aç bir karın, ne dini ne de ibadeti düşünebilir.
 

Peki soralım…
Nneden 2000-4000 kişilik devasa camiler yapılıyor da, aynı imkanlarla 2000-4000 kişiye iş imkanı sağlayacak fabrikalar yapılmıyor?
 

Çünkü buradaki amaç, ibadet değil.
Amaç, halkı gerçek ibadetten, yani çalışmaktan, üretmekten, sorgulamaktan uzak tutmaktır.

Gösterişli camilerle süslenmiş bir toplum, fakat aç, işsiz, çaresiz ve gelecekten bir umudu dahi yok.
 

Oysa Kur’an, "Insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır." Buyurmaktadır. Necm Suresi 53, Ayet 39 ve Hz.Muhammed Mustafa, „En hayırlı ibadet çalışmaktır“ buyurmuştur. 

O halde insanların ibadeti ile değil, açlığıyla ilgilenmek gerekiyormuş.
Gösterişli camiler değil, alın terinin kutsal olduğu fabrikalar inşa edilmelidir. Çünkü bugün insanımızın ihtiyacı gösteriş değil, geçimdir. Ve artık bu çarpık zihniyete “Yeter!” demenin vaktidir.
 

Dolayısıyla gerçek Dindarlık:
* Karnı doyurmak,

* Adaleti sağlamak,

* Gençlere iş imkanı vermek,

* Insana kul değil, özgür birey olma bilinci kazandırmaktır.

Diğer bir deyimle gösterişli camilerle değil, dürüst ve üretken bir toplumla Allah’a yaklaşılır.
 

Sonuç itibariyle insan, kula kulluk için değil Hakk’ı bilmek, aklını kullanmak ve özgür iradesiyle yaşamak için yaratılmıştır.

Bidatlarla, hurafelerle değil Kur’an’ın rehberliğiyle, vicdanının sesiyle, aklının hükmüyle yol almalıdır.

Kimsenin değil, sadece kendi vicdanının, kendi aklının ve kendi tercihlerinin hesabını verecektir.


O halde herkes, hesabını kitabını iyi yapmalı ve hakikati ararken başkasının değil, kendi aklının terazisini kullanmalıdır.

Aşk ile…

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı= 

Alevi inanç önderliğinde hizmet sistemi…
Alevi inancında Babadan oğula el verme veya atama gibi bir durum söz konusu değildir. Ancak hizmete laik olma veya görülme söz konusudur. Çünkü önderlik konumuna ön görülen bir candan, talibi irşad etme şartı aranır. 

Imam Cafer-i Sadık buyurduğu gibi, „Talibi irşad edemeyen yol önderliğinin yani Pirin pirliği, caiz yani kabul değildir. Dolayısıyla ilim irfan sahibi olması gerekiyor. 

Seyyidlik kurumu, hiyeraşik olarak; Mürşid, Pir, Rehber ve Seyyidlerden oluşur. Mürşid, Pir, Rehber ve Seyyidler; Evlad-ı Resul, Ocakzade olarak adlandırılırlar ve Seyyid-i Saadet Evlad- Resul’dürler yani Hz.Muhammed Mustafa soyundan gelenlerdir. 

Evlad-ı Rasul olan her bir seyyid, yolun inanç önderi olur anlamına gelmez. Çünkü Yol önderliğinin, bir sıfatı vardır ve bu sıfatın kendine has vasıfları vardır. Eğer bir Evlad-ı Resul, bu vasıfları yerine getirebiliyorsa evet o bir Seyyid yani yolun inanç önderi konumundadır. 

Yol inanç önderliğinin, makamlara yükselme çizelgesi...
Seyyid kendini yetiştiri Rehber olur, Rehber kendini yetiştirir Pir olur ve Pir kendini yetiştirir Mürşid olur. Diğer bir deyimle Rehber, Pir ve Mürşid’in ham maddesi Seyyiddir.
 

Yol önderliğinin vasıfları...
Kamil, olgun, erdemli ve çağın insanı olmak esastır.

Bunun için de yolun ilmini irfanı olan Dört Kapı Kırk Makam ilminden geçmesi gerekir.

Dört kapının manasına varması gerekir, neden veya nasıl olmuştur, aslı veya kaynağı nedir, edebi nedir, tövbesi nedir, farzı veya sünneti nedir, hayası veya erkanı nedir, vs. Yani bir bütün olarak, yolun ilim irfanından haberdar olması gerekir.
 

Bundan dolayıdır ki yol önderliğinin, talibi irşad edebilmesi için yolun ilim irfanından haberdar olamsı gerektir. Dolayısıyla önce yol önderliği, her yönüyle taliplere örnek olmalı ve taliplerin, gönül rızasını kazanması gerekir.  

Bunu gerçekleştiren yol önderliği, talipleri irşad etmede zorluk çekmez ve talibin yanlışa yönlendirilmediği gibi saptırması da mümkün değildir. Bu ilme eremeyen bir yol önderliği, duyduklarıyla yetinmeleri hem yolu, hem de talibi saptırır ve sapkınlığa götürür.  

Talibin, Hakk ile hakikat çizgisinden sapmaması için Alevi inanç önderliği; Gerek bulunduğu yerleşim alanlarında, gerekse belli zamanlarda kendilerine bağlı yörelerdeki talipleri ziyaretleri sırasında onların; Inanç ve sosyal hizmetlerini, yerine getirmekle mükelleftirler. 

Inanç ve sosyal hizmetler, şunlardır…
* Talipleri, yolun ilim irfanı ile eğitmek,  

* Toplumu Dünyada ki olaylardan, gelişmelerden bilgilendirip aydınlatmak,
* Inançsal erkanları yani cem erkanlarını yönetmek, yürütmek, 
* Toplum içerisinde suç işleyenleri düşkün etme, dargınları barıştırmak. Diğer bir deyimle toplumu arındırıp paklamak, huzur ve aşayışı sağlamak, 
* Bayram, cenaze, nikah, sünnet erkanı gibi hizmetleri yerine getirmektir. 

Bu hizmetler; Mürşid, Pir, Rehber ve bazen de Pir ile Rehber öncülüğünde yerine getirilir.
 

Hakk Muhammed Ali yolunda, yapılan hizmetler; Maddiyat ile değil, tamamen rızalığa ve gönüllülüğe dayalıdır. Para, mal mülk karşılığında yapılan bir hizmet, hizmet değildir ticarettir. Çünkü madiyatın olduğu yerde, paranın ve maneviyatın olduğu yerde rızalığın hükmü geçerlidir. 

Kur’an, Maide suresi ayet 35; “Ey inananlar! Allah’ın gazabından sakının. O’na ulaşmak için vesileye (mürşide) bağlanın ve onun yolunda gayret sarfedin ki kurtulasınız” yani ona götürecek vesile (Mürşid) arayınız. Yani beni bulmuş kullarım vardır. Bana varmak dilerseniz onları izleyiniz. Onlar size vesile olup bana ulaştırırlar. Öyleyse o zatlarla “Sırat-ı müstakim yolu” yani “dosdoğru giden yol” da birlikte oluruz. Işte bu ayet hükmünce vesile Alevilikte Mürşid, Pir ve Rehberdir. Kişi bunlara bağlanırsa Hakk’a ulaşır.  

Mürşid...
Irşad eden, doğru yol gösterendir. Alevi tasavvufunda manevi hizmet rehbersiz yapılmaz. Çünkü tasavvuf  hem nefsi hem de ruh terbiyesidir. Yol taliplerinin eğitilmeye muhtaç olan kişinin ilk işi, kendine yol gösterecek bir Mürşid bulması gerekir.
 

Alevilikte en üst inanç kapısı Mürşidlik kapısıdır, bir sonrası Pirlik kapısıdır, bir sonrası Rehberlik kapısıdır ve bir sonrası Taliplik (yol evladı) kapısıdır. Alevi toplumu içinde, Mürşid, Pir ve Rehber tümüne “Seyyid” derler. Çünkü Hz.Muhammed Mustafa soyundan geldikleri için, Seyyid-i Saadet Evlad-ı Resul’dürler.  

Pir...
Farscada, Ihtiyar demektir. Arapcada, Şeyh demektir. Alevi inancında ise; Muhammed Ali soyundan gelen, inanç yolunda irşad ve manevi hizmeti yerine getirmekle mükelef olan inanç önderidir. 
 

Bir Pir, talibini irşad edebilmesi için yolun ilim irfanından haberdar olamsı gerekir. Önce kendisi her haliyle taliplerine örnek olmalı, her haliyle talibinin kalbinde yerini yapması gerekir. Bunu gerçekleştiren bir pir, kendi taliplerini irşad etmede zorluk çekmez ve talibi yanlışa yönlendirmediği gibi saptırması da mümkün değildir. Bu ilme eremeyen pirler, duyduklarıyla yetinmeleri; Hem yolu, hem de talibi saptırır ve sapkınlığa götürür. 

Rehber…
Farsça Rahbar „yol gösteren, klavuz“ sözcüğünden gelmedir. Rah; „Yol“, Bar; „getiren“ demektir. Yani yolun ilim irfanından haber getiren, bildiren demektir.
 

Rehber, tüm çalışmaların alt yapısını şekillendiren, mürşide, pire genel ön biligiyi veren, talipleri yol konusunda bilgilendiren, hazırlayan, düzenleyendir ve ikrar kapısıdır. Dolayısiyle iyi bir Rehber; Mürşid veya pirin eksikliklerinin hataya dönüşmemesini önleyen ve tamamlayandır.  

Hz.Muhammed Mustafa, Seyyidler hakkında buyurmuştur ki: Allah katında en değerli kişiler, insanları Allah’a sevdiren ve Allah'ı da insanlara sevdiren; Benim soyumdan gelen, Seyyidlerim yani Ehli Beyt’im olacaktır” buyurmuştur. 

Imam Cafer-i Sadık buyurur ki: “Ol zamandan bugüne kadar, şeriat, tarikat, marifet, hakikat ve pirlik-secde Muhammed Ali’den kaldı. Ol sebepten, evlad-ı Resulden gayrisine pirlik etmek ve talip olmak caiz değildir. Yediği, içtiği haramdır. Murtadı tarikat, murtadı hakikattır. Ve hem irşadı ve biatı ve tövbesi makbul değildir. Çünkü evlad-ı Resulden biat yoktur. Sermayesiz kalmıştır. Onun aslı, asla yoktur. Ol kimse Oniki Imam dergahından nasipsizdir. 

Hz.Muhammed bir hadiste buyurur ki, “Allah-u teala hazretleri kelamı kadiminde öyle buyurmuş ki, «asıl asırdır» demiştir. Zira ezelden hırka ve meftul ve irşad ve tövbe ve pirlik ve seccade bunun cümlesi Şah-ı Merdan Ali’ye gelmiştir. Şimdi Şah evladı ve nesli olmayan kimseye pirlik etmek caiz değildir. Evlad-ı Muhammed-Ali’den olaki pirliği caiz ola. Ilmi ile amil ola. Dört Kapı Kırk Makamdan, on iki erkandan, On Yedi Kemerbestten, Üç Sünnetten Yedi Farzdan bir şarttan, meşayihi kübra ilminden haberder ola. Ve tarikat ile otura dura ki hakikat ile yola vara ki pirliği caiz ola.” 

Yine Imam Cafer-i Sadık buyurur ki: ”Pir olan kimselere gerektir ki kamil olalar. Dört kapı nedir, bileler. Evvel şeriatı, ikinci tarikatı, üçüncü marifeti, dördüncü hakikatı bilmek gerktir ki bunlar nereden geldi ve neden hasıl oldu, aslı nedir, bunların edebi nedir, udu nedir, hayası nedir, erkanı nedir, tövbesi nedir, farzı nedir, sünneti nedir, nafilesi nedir, işlemesi nedir bunları bile. 

Ve bir dahi, şeriat kaçtır, tarikat kaçtır, marifet kaçtır, hakikat kaçtır ve ondan sonra şeriat ne ile tamam olur, marifet ne ile tamam olur, hakikat ne ile tamam olur, bunları bilmek gerek. Bunlar nedir? Eğer bu dört erkanı böylece bilmezse ol pirin pirliği caiz olmaz.” 

Pirin, talibini irşad edebilmesi için yolun ilim irfanından haberdar olamsı gerekir. Önce kendisi her haliyle taliplerine örnek olmalı, her haliyle talibinin kalbinde yerini yapması gerekir. Bunu gerçekleştiren bir pir, kendi taliplerini irşad etmede zorluk çekmez ve talibi yanlışa yönlendirmediği gibi saptırması da mümkün değildir. Bu ilme eremeyen pirler, duyduklarıyla yetinmeleri; Hem yolu, hem de talibi saptırır ve sapkınlığa götürür.
Yolun demine Huu. Aşk ile... 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Alevi inancında, ibadet insan içindir…
Ibadet, insan içindir. Çünkü Allah, insan ile birlikte kainattaki mevcudatı yaratmış ve yaratma gücüne sahip olduğuna göre; Allah‘ın kendisi tamdır, eksiksizdir, ihtiyaçsızdır, bilendir, bildirendir ve bir bütün olarak sırlar alemidir.
 

Diğer bir deyimle tam olmayan insanları yaratmış, sınırlı vasıflarla donatmış ve sahip oldukları vasıflarla, sırların manasına varması için insanoğluyla birlikte canlı varlıklara; Keşfetme, arzulama, araştırma, bilinmeyeni bilme ve merak etme hisini bağışlamıştır. 

Ibadetin sözlük manası: Yaradana teslim olmak, O’na itiat etmek, kendisini zikretmek, yüceltmek ve şükretme manalarını içermektedir.  

Dini manası ise: Allah’ın ilmi sırlarına, hayatın manasına, insanlara faydalı olmak, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak ve O’na yakın olmak manasındadır. 

Ibadet…
* Kamil-i Insan olma yolunda, manevi bir araçtır.
* Allah ile, manevi ilişki içinde olmaktır.
* Manevi huzura kavuşmaktır.
* Yaptıklarımızla ve yapacaklarımızla hesaplaşmaktır.
* Arı ve arıtıcı olmak, vs. tüm bu manevi değerlere araçtır.
 

Diğer bir deyimle ibadet, ruhun ve bedenin manevi olgunlaşmasında, erdemleşmnesinde önemli bir konuma sahiptir. 

* Ruhani ibadet. Aklın, huzur içinde ve huzur bulması için ibadete yönelmek,
* Bedeni ibadet ise; Pratik rituellerle bedeni rahatlatma ve rahatlanmasını sağlamaktır.
 

Ruhani ile bedeni ibadet, aklın ve bedenin uyum içinde hareket etmesini sağlamaktır. Akıl olgunlaşmadan hal ve davranışların, olgunlaşması mümkün değildir.  

Tam insan yani olgun, erdemli bir akla ve davranışlara sahip olmak için; Hayatın her alanında ve yaşamın her anında, bu gayreti gösterme zorunluğu vardır. Dolayısıyla ibadetin biçimi, şekli ve mekanı yoktur. Birilerinin dayattığı gibi, zaman ve şekle hapis edilemez.  

Ali Imran suresi, 191. Ayet; “Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah'ı zikrederler; Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler; "Ey Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Şanın yücedir senin. Ateş azabından koru bizi." der.

Ayette de ifade edildiği gibi Esas olan zaman ve mekan değildir, niyet ve ibadetin kendisidir. Insanoğlu istediği yerde, istediği zaman, istediği şekilde, istediği dilde ibadetini yapar ve yerine getirebilir. 

Ilahi kudret sahibi olan Allah bilinmesine, sırrına varılmasına, sırrına sırdaş olunması için aklıyla düşünen, kendi kendini idare edebilen insanoğlunu ve delil teşkil etme anlamında kainattaki mevcudatı yaratmıştır.  

Daha önemlisi, yaratmış olduğu kainatı ve kainatın içindeki mevcudatı, birbirine muhtaç kılmıştır ki denge bozulmasın. Bu denge sayesinde yaradılanın, yaradana; Şükretme, takdir etme, yüceltme, zikretme ve bir bütün olarak O’na teslimiyet bilinci içinde olmaktır.
Aşk ile, ikrarına bağlıkalanların demine Huu…
 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Ah babam benim…
Hayatın birçok anında insanın karşısına çıkan küçük detaylar, babaya duyulan özlemi bir kez daha hissettirir. Bazen tatlı-sert bir uyarı, bazen bir işe başlamadan önce fikrini alma ihtiyacı... Anne şefkatinin yanına eklenen o güven hissi, bir arkadaş gibi yapılan koyu sohbetler… Hepsi, babanın yokluğunda içimizi burkan, varlığında ise bizi tamamlayan anlardır.
 

Babadır işte...
Hayatının en zor anlarında sırtını güvenle dayadığın, Hızır gibi imdadına koşan ve ‚korkma yavrum, ben yanındayım. Artık sana bir şey olmaz.‘ diyen… O, senin dünyadaki koruyucu meleğindir.
 

Ah şu benim babam, ulu çınarım,
Bülbül güle misali, sana hasretim,

Hayatın yolunda, sensiz yürüyorum,

Şu garip günlüme ya Şah, mihman ol baba!
 

Huzuruna vardim, boynumu büktüm,
Şah Merdan çağırdım, duamı ettim,

Ol Cenab-ı Hakk’tan, rahmet diledim,

Şu garip günlüme ya Şah, mihman ol baba!
 

Şimdi yatıyorsun kendi köyünde,
Gündüz hayalimde, gece düşümde,

Seyyid Hakkı, yanar senin hasretinle,

Şu garip günlüme ya Şah, mihman ol baba!


Bazen kendinizi öylesine güçsüz hissedersiniz ki, en basit şeyler bile ağır gelir. Saçma sapan olaylar yaşanır, incinmekten yorgun düşer bakışlarınız; artık hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi... Eskiden gülmekten ağrıyan yanak kaslarınız varken, şimdi yalnızca kasılmaktan acıyan, kıpkırmızı gözleriniz vardır. Sokaklardan, insanlardan kaçarak eve dönersiniz-bir sığınak gibi, bir liman gibi... 

Bazen birine sığınmak istersiniz… Kocaman vücuduna sarılıp içinde kaybolmak, kendinizi güvende hissetmek... 'Ben yanındayım, hepsi geçecek' sözünü duymak istersiniz. Sizi inciten bir erkektir belki ama, işte tam da bu yüzden o güveni bir erkekten hissetmek istersiniz. Annenizin koruyuculuğu yetmez o anlarda; siz, güç istersiniz… Ve içinizden bir ses fısıldar: ‚Keşke babam yanımda olsaydı.‘

Insanın zayıf düştüğü, kendinden uzaklaştığı, yürümek için artık bir yardım eline muhtaç kaldığı zamanlardır bunlar... Ve ben, söze ‚Ey oğul...‘ diye başlayan babayı tenzih ederim. Çünkü o, babalığını bir hükümdar gibi değil ailesine, çocuklarına bir merdiven gibi sunar. Soğuktan, kardan, tufandan, tipiden korunmak için sığınılan ilk yerdir baba. O kocaman elleriyle, işaret parmağıyla ışığı gösteren… Umudu veren odur.
 

Baba kaybedildikten sonra, hayatınızda oluşan o büyük boşluğu fark ettiğiniz an anlarsınız: Baba, sandığınızdan çok daha büyük bir yere sahipmiş. Işte o fark edişler, “an” dediğimiz o kıymetli kırılma noktalarıdır. Ne yazık ki bu anlar, bir kereliktir. Tekrarı yoktur.

Belki benzer duygular, benzer yüzler çıkar karşınıza...
Fakat aynı olmaz. O, belki de sizin hayattaki en büyük şansınızdı. Ve artık o şansınız yoksa,
elinizde sadece anlar değil, anılar kalmıştır. Zor zamanlar geldiğinde, başınız sıkıştığında,
hala iç geçirerek “Nerdesin baba?” diye fısıldarsınız sessizce.
 

Bu bir örnektir, evet. Fakat çoğaltılamaz. Zamanda bir duraklama olur. Hayatınız adeta ikiye bölünür; Ondan önce ve ondan sonra. Ve o andan itibaren sizin için bambaşka, kişisel bir dönem başlar. Bir tür yas, bir tür yeniden öğrenme süreci. Babadan sonra büyürsünüz aslında-yaşınız kaç olursa olsun. 

Her balık tutmak istediğinizde, artık bunu tek başınıza yapamayacağınızı düşünürsünüz.
Ama sonra fark edersiniz ki, geçmişte babanızın size öğrettikleriyle, ve elinizde kalan anılarla yetinmek zorundasınız. Artık o yanınızda değildir belki, ama avuç içlerinizde onun tuttuğu oltanın izi vardır hala.


Sabretmeyi, beklemeyi, zamanlamayı-hayatın içinden öğrenmişsinizdir ondan, fark etmeden.

Maddi ya da manevi kararların eşiğinde durduğunuzda, içinizden hep aynı cümle geçer: “O olsa, şimdi ne yapardı?” Çünkü onun bilgi ve tecrübesine duyduğunuz güven, bugün bile pusulanız olmaya devam eder. 

Zamanla, babanın verdiği öğütler, nasihatlar-başta pek dikkate almadığınız, önemsemediğiniz minicik ayrıntılar haline gelir. Oysa hayat, işte tam da bu ayrıntılarla bir bütündür. Işte o noktada, anlıyorsunuz ki o öğütler, senin için ne kadar da değerliymiş. Fakat maalesef, çoğu zaman çok geç. Yine de, o nasihatleri tek tek hatırlamaya başladığınız andan itibaren, onlar ışığınız, yol göstericiniz olur. Her karanlıkta size rehberlik eden, pusulanız haline gelirler. 

Bir kaç örnek vereçek olursak…
Ansızın başınıza gelen zor bir olayda, paldır küldür yataktan kaldırmaya cesaret edebileceğiniz çok az insan kalmıştır artık çevrenizde. O anda, hayaller değil gerçekler konuşur. “Sizin için ölürüm” diyen dostlarınız, vefalı arkadaşlarınız, aslında menfaatçılar ve benciller ordusundan başka bir şey olmadığını anlarsınız. Ve o zaman derinizde hissedersiniz: Baba ne kadar da haklıymış. Ah benim tecrübesiz kafam nasıl da aldanmış!
 

Dünyanın kaç bucak olduğunu o an anlarsınız. Içeriği çok önemli olmaksızın, yardıma ihtiyaç duyulan anlarda, çıkış ararken fark edilir; Babamın verdiği nasihatların gerçek değeri. Bazen de kimseye söylemeden, için için teşekkür edilir. Küçük bir tebessümle, dalmış gözlerle. Çünkü size kattıkları, her kromozomunuzda ondan bir parça olduğu içindir. Mantıklı ya da mantıksız her adımınızda, hala yanınızda olduğunu düşündürdüğü içindir.

Ay sonu gelmiştir. Cepte bir ekmek parası bilem kalmamıştır. Babanın maaş almasına daha bir hafta vardır. Arkadaşlardan borç almak gurura yedirilemez ve Abi-Ağabey aranır.
-Abi ne haber, nasılsın?
-Iyiyim güzelim sen nasılsın, dersler nasıl?
-Abi dersler iyide ben iyi değilim. Kuruş param kalmadı biraz para gönderebilirmisin? acil lazım abi.
-Ya güzelim kusura bakma ama cebimde bi elli ytl kalmıştı onuda yengene verdim. Kuaföre gidecekmiş.
-Eyvallah abi canın sağ olsun.
-Görüşmek üzere güzelim. Derslerine iyi çalış haa. Velhasıl son çare baba aranır.
-Alo baba nasılsın?
-Iyiyim oğlum sağol. Sen nasılsın?
-Iyiyim baba. ya ne olsun. Bi ariyim dedim de.
-Iyi yapmışsın oğlum. Bizde annenle senden söz ediyorduk. Eee nasıl gidiyor dersler?
-Iyi baba iyi. Iki hafta sonra sınav var. Çalışıyom.
-Aferin oğlum. Paran var mı?
-Eh, şey, var biraz.
-Oğlum birazı çoğu olurmu, var mı yok mu onu söyle.
-Ya aslında yok.
-Oğlum paran bittide niye sölemiyosun ya Allah Allah. Tamam ben sana yarın göndereyim biraz.
-Fakat baba sende para var mı ki? Daha maaşını almadın.
-Bulurum ben sen kafanı yorma.
-Sağol baba…

Bu basit örnek ve benzeri diyaloglar her ne kadar kuşak çatışması ağız dalaşı olsada aramızda, anne ve babadan başka hiç kimsenin bizi daha çok sevdiği gerçeğini değiştiremiyor. Babanın kıymeti bazı anlarda değil, her zaman bilinmeli. Başınız her sıkıştığında melekvari biçimde karşıdan size geldiğini gördüğünüz her andır.

Insanın babasının değerini anladığı münferit anların haricinde, babasının değerini idrak edebildiği, onu anlamaya başladığı evreler de vardır. örneğin, babalar ve oğlulları ile ilgili evreler vardır… 

Ben, 10 yaşındayken: "Babam çok şey biliyor."
Ben, 15 yaşındayken: "Ben de babam kadar biliyorum."
Ben, 20 yaşındayken: "Babam hiçbirşey bilmiyor."
Ben, 30 yaşındayken: "Bir de babama sorayım."
Ben, 40 yaşındayken: "Babam ne çok şey biliyor."
Ben, 60 yaşındayken: "Babam hayatta olsaydı da sorsaydım." dersin.
 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Aile ve ailenin önemi...
Bireylerin hayatı tek başına değil, birlikte paylaşmak için bir arada yaşadığı, sevgi, saygı, sorumluluk ve dayanışma üzerine kurulu bir topluluktur. Dolayısıyla Aile, insan hayatında sadece bir barınma yeri değil, aynı zamanda değerlerin, kültürün ve sevginin aktarıldığı yerdir.
 

Bazı temel değerlerden bazıları…
* Sevgi ve güven ortamı sunar,

* Eğitim ve terbiye, ilk Ailede başlar,

* Sosyal gelişim ve kimlik oluşumu,

* Destek ve dayanışma sağlamasıyla birlikte,

* Toplumsal yaşamın temelidir.
 

Aile denince hemen akla gelen bir Kadın ve bir Erkek bireyleridir. Bu iki bireyin bir arya gelmesiyle diğer bir deyimle evlenmesiyle birlikte Ailenin temeli atılmış olur. Aile yaşamını iki temelde ele ala biliriz.

1-Ailenin çoçuksuz dönemi,

2-Ailenin çoçuklu dönemi. Ailenin çoçuksuz döneminde bu iki insanın diledikleri gibi hareket ederler ve gayet rahat bir yaşam severler. Çünkü sorumluk olayı halen bireyseldir, yani her kes kendisinden sorumludur. Ev işleri sınırlıdır. Yapılacak işler o kadar fazla olmadığı için her iki taraf rahat. Sevgi ve saygıda pek kusur etmezler, bir birlerine karşı gayet saygılı bir şekilde davranırlar.

Birbirlerinin eksikliklerini görmezden gelirler veya görmezler. Ortak sorunların ve sorumlulukların başladığı dönem, Ailenin çoçuklu dönemidir. Yani bir çoçuğun dünyaya gelmesiyle başlar. Burda değişen en önemli nokta; Ailenin kadını ve erkeği yaşamış oldukları o serbest ve rahat hayatın yerine, ortak sorumluluklar, yeni dengeler, beklemedik bir çok yan işler Örneğin, Ev işleri, bebeğin bakımı, kağıt işleri, çoçuğun hastalanması, gibi daha nice sorunlar yer almaktadır.

Alışa gelmiş o rahat hayatı devam etmek pek mümkün olmadığı için, bu çoçuklu dönemi sıfır noktadan yola çıkarak yeni bir organize, yeni bir yapılaşmaya gidilmesi gerekiyor. Bu değişme neden olan çoçuk bir yerde artık Ailenin günlük yaşamının merkezine oturmuş olur. Insanoğlu, yeni değişimleri hiçmi hiç sevmez. Onun için sürtüşmeler, tartışmalar, sen ben gibi nice ön yargılar başlar. Bu yeni değişimin yanı başında birde o iki insanın ortak payları pek fazla değil ise, Örneğin, erkek paylaşmayı sever kadın sevmez, kadın gezmeyi tozmayı sever erkek sevmez, buna birde kültür olayı eklenince olanlar olu veriyor.

Evliliğin temeli olan sevgi, saygı, hoş görü önpılanda tutulmalı ve senlik benlik mesele edilmeden herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Işte bu anlayışlarda eksiklik varsa, o baştaki güzel gidişat yerini sorunlu, problemli bir aile ortamına bırakır. Buda kadının kendi başına erkeğin kendi başına hareket etmelerini getirdiği gibi, Aileyi dengesiz bir yaşam içine sürükler. Bu da şu demektir, sürekli bir birleriyle uğraştıkları için çoçuğun eğitimi ve çoçukla uğraşma ihmal edilip, çoçuğa gereken ilgi gösterilmemiş olur.

Dolayısısiyle, Ailenin dağılması, yani kişilerin bir birlerinden ayrılması demektir. Çoçuğun sevgisiz, ilgisiz tek kelime ile kendi kaderiyle baş başa bırakmaktır. Bunun yanı başında çoçuğun yanlış cevrelerle tanışması; Topluma faydalı olmadığı gibi, aynı zamanda o çoçuk toplum içinde bir sorun olmuş olur. Buda toplumun günden güne ahlaki yapının bozulması demektir.

Sonuçta; Insanlar yuvasını kurarken, Ailenin temeli sevgi, saygıya dayandırılmalı. Toplumun ortak değerlerini göz önünnde bulundurmak, bireysel menfaatlerden fazla toplumsal düşünmek, insan değerlerine bağlı kalmak, paylaşmayı ve kollektif yaşamayı ön planda tutmak, en doğrusu olacaktır.

Çoçuklarımızla hep beraber bu insani değerlere bağlı kalıp, o doğrultuda yaşamalıyızki; Temiz toplum beklentimiz gerçekleşsin. Bunun aksisi, insanlığa tümden zarardır.

Allah insanı temiz, insaflı, ar edepli huylardan etmesin, kötünün tuzağına düşmüş insanların da yardımcısı olsun. 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Ah şu samimiyetsiz, yüzsüz ve iki yüzlü insanlar olmasaydı…
Iyilik veya kötülük, mutlak bir durum değildir. Çünkü evrene baktığımızda herşey güzel ve yerliyerindedir. Ancak yaradılış gereği, iyilik ve kötülük insanlara ait bir olgudur. Bundan dolayıdır ki, canlı varlıkların tarihine bakıldığı zaman iyilik ve kötülük güncelliğini hep korumuştur. Kötülüğe sebep veren nesne, insanın kendi egosu yani nefsidir.
 

Kötülüğün sıfatı, karekteri…
Varım deyip insanı yarı yolda bırakanlar, emanete ihanet edenler, iyi niyeti kötüye kulananlar, dil tatlı fakat kalpte fesat gizli olanlar, ilimden bilimden ahkam kesenler, güveni istismar edenler, söz verip sözünde durmayanlar, ikrar verip ikrarından dönenler, vs. vs. Velhasıl insanlık aleminde, bu gibi karekterlerle sıkca karşılaşmak mümkündür.
 

Unutmayalım ki kötülük olmasaydı iyiliğin, ihanet edenler olmasaydı onurlu insanların, kötüler olmasaydı iyi insanların, vs. değeri olmazdı. Öyle ya o zaman insanlar, neyin mücadelesini vereceklerdi?  

 Kızmasına kızıyoruz da fakat aklımıza, ister istemez şu soru gelmektedir. Samimiyetsiz, yüzsüz ve iki yüzlü insanlar olmasaydı acaba Dünya, huzurlu mu yoksa sıkıcı mı olurdu? Sorunun cevabı, algılamaya göre farklı yorum ve cevaplar da bulunmak mümkündür.  

Bizce insanlık alemi için farklı görüşler, düşünceler, fikirler sağlıklıdır. Fakat samiyetsiz, yüzsüz ve iki yüzlü gibi karekterleri belirleyen unsurlar zararlıdır. Diğer bir deyimle Dünya samiyetsiz insanlar olmadan elbetteki daha huzurlu olurdu. Çünkü bu huzur, sıkıcılık değil belki de şimdiye kadar hiç tanımadığımız bir iç zenginlik olurdu. 

Dünya daha huzurlu olurdu…
Neden derseniz ?

* Insan ilişkileri daha güvenilir ve şeffaf olurdu,

* Güvensizlik, dedikodu, enrikalar gibi sosyal zehirlemeler azalırdı,

* Sözün değeri artar, niyetin içtenliği anlaşılır olurdu,

* Toplumda adalet ve dayanışma daha güçlü bir zemine sahip olurdu, vs.

Ancak bu, herkes mükemmel olurdu anlamına gelmez. Çünkü insan doğası inişli çıkışlıdır. Fakat kötülüğün bu maskeli türü daha az olurdu ve bu durum bile büyük bir huzura vesile olurdu.

Kötülüğün bu "maskeli" türü, daha az olurdu ve bu bile büyük bir huzur getirirdi diye düşünüyoruz. 

Her zaman senin yanındıyız şu diyenler,
Sen varsan bizde varız çağrışan şu diller,

Candan can, dostan dost gibi görünenler,

Ey mangalda kül bırakmayan mahlukatlar,

Adam gibi adam olun ki, adamdan saysınlar.
 

Seyyid Hakkı, ol dostan yana akar suyumuz,
Ikilikten uzak, Dosta ayandır garip özümüz,

Bizim, iki yüzlü riyakarlara budur sözümüz,

Ey mangalda kül bırakmayan mahlukatlar,

Adam gibi adam olun ki, adamdan saysınlar.
 

Yalaka, yüzsüz, samiyetsiz ve iki yüzlü insanları sevmek elbetteki mümkün değildir. Çünkü insanoğluna, adam gibi adam olmak karekteri yakışır.   

Ne yazık ki canlı varlıkların tümünde, iyilerin olduğu gibi elbette kötüler de vardır. Bütün canlı varlıkların hepisi iyi olsaydılar tabii ki kötülük olmazdı. Her insanoğlu, güzel olsaydı o zaman çirkin olmazdı. Insanlar mutlu olsaydı, göz yaşına gerek kalmazdı. Vs. Vs… 

Dolayısıyla yaşam yolunda, insanların karşısına çıkan bir çok engeller vardır. Bu engeller, insanlar için birer sınavdır. Sınavdan başarılı olmanın sırrı ise, sabır ve sabretmektir.  

Sonuç itibariyle iki yüzlü insanların ihaneti, riyası, samimiyetsizliği adam gibi adam olanları yolundan alıkoymamalıdır… 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Adalet ve zulüm... 
Adalet, hak ve hukuka uygunluk, her hak sahibine hakkını vermek ve haksızları cezalandırmak, hukuk önünde herkese eşit davranmak demektir.

Adaletin zıddı zulümdür.

Zulüm, başkasının mülkünde onun izni olmaksızın tasarruf etmek, hak ve hukuk dinlememek manasına gelir.

Allah hakkında zulüm muhaldir.

Çünkü mülkün ondan başka sahibi yoktur. Gerçeği böylece tespit ettikten sonra adalet konusuna girebiliriz.

Adaletin iki temel esası var…

Birincisi, ihkak-ı hak yani kanun nizam tanımayan-Hakını zorlan alan, diğeri zalimleri cezalandırmak. Ihkak-ı hak, her yaratığa, her hayat sahibine varlığı için gerekli her şeyin en güzel surette verilmesi demektir.
 

Kendimizden örnek verelim…
Organlarımızdan hangisinin yerini veya şeklini beğenmiyoruz?

Hangisinin vazifelerine itirazımız var?

Sayılarını noksan mı buluyoruz fazla mı?

Göz yüze, parmak ele takılmış. Iki kulağa karşılık bir ağzımız var. Ayaklarımız altta, başımız üstte yer almış. Bu ilahi tanzime kim itiraz edebilir!

Her bir ağaç, her bir hayvan, her bir çiçek, her molekül, her atom ve semadaki her sistem ihkak-ı hakkı güneş gibi göstermiyor mu? İnsanoğlu adaletin bu tecellisi üzerinde çok durmuş ve onu anlamada hayli yol almış. Astronomiden biyolojiye, tıptan jeolojiye kadar yazılan bütün eserler, bir bakıma bu hakikatin tefsiri.

Adaletin diğer yönü ise, zalimlerin cezalandırılması, her ferdin layık olduğu mükafatını yahut cezasını görmesi. Işte, akıl ve vicdan emrediyor ki, adaletin birinci yönünün sonsuz bir hikmetle işlediğini gören insan, ahirete bakan bu ikinci yönüne karşı da iman ile, teslim ile mukabele etsin. Ama, gel gör ki, uygulama böyle olmuyor! Nice insan, ahiretteki tecelliyi bu dünyada arıyorlar. Zaten, adalet tartışmalarının çoğu bu yanlış arayıştan kaynaklanmıyor mu?”
 

Adalet nedir? Yerli yerine koymaktır.
Zulüm nedir? Kendi yerinde olmamaktır.

Adalet nedir? Ağaca su vermektir.

Zulüm nedir? Dikeni sulamaktır.

Zulmün kaynağı nedir? Zulmün kaynağı aşağıdakilerden biridir:
 

Cehalet…
Bazı hallerde, zalim olan kişi gerçekten ne yaptığını bilmez. Birinin hakkını çiğnediğini bilmez ve yaptığı işten tamamen habersizdir.
 

Ihtiyaç…
Bazı hallerde, başkalarının elindeki şeylere olan ihtiyaç, insana böyle şeytani bir iş yaptırması hususunda vesvese verir. Ihtiyacının olması halinde ise, böyle bir lüzum yapmaya meyli olmayacaktır.
 

Acizlik ve güçsüzlük…
Bazı hallerde insanın başkasının hakkını eda etmeye gücü ve kudretin olmaması sebebiyle gayri ihtiyari olarak zulüm yapar.
 

Bencilik, öç alma ve intikam:

Bazen yukarıdaki hallerden hiç birisi yoktur. Ama, bencilik, insanın başkalarının hakkına tecavüz etmesine sebep olur. Veya intikamcılık ve öç alma hissi onu zulme, kötülüğe iter veya bencillik ruhu başkalarının hakkına tecavüze sebep olur. Buna benzer daha nice örnekler... 

Fakat şuna dikkat edilmelidir ki;
Kötü sıfatlar, eksiklik ve noksanlıkların hiçbirisini Allah’ın mukaddes zatında bulunmaz. Çünkü O her şeyi bilir, her ihtiyaçtan münezzeh, her şeye kadir ve herkese karşı latif (şefkatli)'dir.
 

Böyle olunca da bir zulüm yapmasının manası yoktur.
O, sonsuz bir vücuttur. O’nun kemali sonsuzdur, hudutsuzdur. Öyle bir Zattan, hayır adalet, kemal ve rahmetten başka bir şey kaynaklanamaz. Eğer kötü amel işleyen insanlara bir ceza veriyorsa; bu, hakikatte onların amellerinin neticesidir. Alkol ve uyuşturucu madde kullandıkları için çeşitli hastalıklara duçar olan insanların kötü amellerinin neticesini gördükleri gibidir.
 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Seyyid Seyfeddin Ocağı, tarihçesi…
Seyyidlerin, tarihte karşılaştıkları zorluklar ve yazılı belgeler hakkında...
Tarihten kaynaklanan bazı sebeplerden ötürü, elde bulunan yazılı belgeler kimi zaman dönemin saltanatlarının baskıları sonucu saklanmış ve daha sonraları da saklanan yerler bulunmamıştır. Kimi zaman da saltanatın emriyle toplanıp yok edilmiştir.
 

Bu sebeplerden dolayı Alevilikte yazılı gelenekten çok, sözlü geleneğin hakim olduğu gerçeği sözkonusudur. Bu sebeple günümüzde sözlü geleneği yazılı geleneğe dönüştürürken, bazı olumsuzluklarla karşılaşmak gayet doğaldır.

Günümüz ilim, bilgi ve teknoloji çağı olması itibariyle mevcut imkanlarla bazı gerçeklere ulaşmak mümküdür. Bu imkanlar çeşitli ülkelerin Kütüphanelerinden, çeşitli yerli veya yabancı yazarlardan veya elde bulunan çeşitli eski yazı gibi belgelerin tercüme edilmesi sonucu elde edilen bilgilerdir.  

Ocakların, secere konusuna gelince…
Ocakların gerçek seceresi, Ocağa ikrar vermiş olan canlı talipleridir yani yol evlatlarıdır. Çünkü ikrar vermiş bir yol evladı Mürşidini, Pirini ve Rehberini iyi bilir.
 

Ancak artniyetli insanlar, kendi çıkar ve menfaatlerini göz önünde tutarak uyduruk ve bazı artniyetli Seyyidlerin evlatlarınca yapılmış yanlışlıkları gerçek hizmet sahiplerine mal edilerek hatta onları suçlayarak, karalıyarak, zor durumda bırakarak hizmetlerine engel olma gayreti içinde olduklarını da biliyoruz.   

Seyyid Seyfeddin Ocağı, tarihçesi hakkında…
Seyyid Seyfeddin Ocağı evtlarınca yapılan araştırma sonuçlarınca ortak bilgiler şu istikamettedir. Zaman ve süreç içerisinde elde edilen bilgiler neticesinde elbetteki düzenlemeler olacaktır.
 

Seyyid Seyfeddin Ocağı, Elazığ Palu ilçesine bağlı Seydili köyündedir ve Sır mekanı-kabri ise, Palu’nun Zeve semtindeki Palu mezarlığındadır. 

Seyfeddin ve Seyfeddin, isimleri hakkında…
Arapça da, Sayf al-Din, okunușu Seyfeddin ve Türkçe de ise, Seyfettin olarak okunur. Bunun sebebi ise, Alfabedeki harflerden kaynaklanmaktadır.
 

Bazı örnekler...
* Seyyid - Seyit

* Muhamed - Muhammet

* Muhammed - Mehmet

* Cemalleddin - Cemallettin

Dolayısıyla köken olarak, doğru olan Seyfeddin’dir.
 

Seyfeddin, isminin anlamı Dinin kılıcı, koruyucusu, askeri anlamına gelmektedir.
Seyfullah veya Seyfi isimleri, Seyfeddin isminden esinlenmiștir.
 

Seyyid Seyfeddin, lakapları…
Seyyid Sabun, Sayyid Sabır, Seyyid Safi, Seyyid Seyfi…

Halk arasıbnda en popüler lakap, Seyyid Sabun lakabıdır.
 

Seyyid Seyfeddin Ocağı, tarihçesi...
Tarihi notlara göre Ehli Beyt evlatları, Emevilerin ve daha sonra da Abbasilerin baskıları ve vermiş oldukları sıkıntılardan dolayı, Arabistan toprağını terk etmek zorunda kalmışlardır. Çünkü Muhammed Ali islamının yaşaması gerekiyordu. Dolayısıyla Iran topraklarına, Anadolu’ya ve başka ülkelere dağılmışlardır.
 

Seyyid Şah Haydar ve Seyyid Seyfeddin Ocağı’nın diğer evlatlarından edindiğimiz bilgilere göre Seyyid  Seyfeddin soyu, On Iki Imam yedincisi olan Imam Musa-i Kazım soyundan geldiği rivayet edilmektedir. 

Seyyid Seyfeddin’in Anadolu’ya göçü hakkıda iki yorum söz konusudur...
Birinci yoruma göre ve bizce kabul göre de Seyyid Seyfeddin, Iran Horasan diyarından Tütkmenistan’ın Azak denizi boylarına, oradan Arnavutluk üzerinden Kosova’ya bugünkü Balkanlara ve tahminen 1100 ile 1200 yılları arasında Kosova üzerinden Elazığ ili-Palu ilçesine bağlı Seydili Köyü’ne göç ederek burayı kendine yurt edinmiştir.  Seydili köyü’ne yerleşen zatın Seyyid Seyfeddin olduğu sanılmaktadır. Bugün halen Elazığ ili-Palu ilçesi’nde Seydili Köyü’nde ocağı vardır. Günümüzde bu Ocak, Vakfiye olarak kullanılmamaktadır.
 

Ikinci yorum ise Seyyid Seyfeddin, ilk Mardin-Savunan köyüne, sonra Diyarbakır-Savur köyüne oradan da takriben 1100 ile 1200yılları arasında Elazığ’ın Palu ilçesine bağlı Seydili köyüne göç etmiş ve burayı kendine yurt edinmiştir.  

Seydili köyüne yerleşen ulu zatın, büyük ihtimalen Seyyid Seyfededin olduğu beyan edilmektedir. Elazığ-Palu ilçesine bağlı Seydili köyünde, ocağın varlığı halen söz konusudur ve Seyyid Seyfeddin Ocağı, günümüzde Vakfiye görevini yapmaktadır.  

Seyyid Seyfeddin’in, dört çoçuğu dünyaya gelmiştir. Bunlar Seyyid Safi, Seyyid Veli(Ismail)-Azakların atası, Seyyid Haydar ve Seyyid Küçük’türler.. 

Seyyid Seyfeddin, Hakk’a yürümesinden sonra bu dört kardeşler, zamanın hükümdarlarınca rağbet gören ve güçlü konumda olan Nakşibendi tarikatının baskıları, verdikleri sıkıntılar sonucu tahminen 1800 ile 1900 yılları arasında Dersim-Tunceli ilinin çeşitli yerlerine göç etmişlerdir.   

Seyyid Seyfeddin’in Sır mekanı yani kabri, Palu ilçesinin Zeve semtindeki Palu mezarlığındadır. 

Dersim-Tunceli, yerleşim alanları...
* Nazimiye ilçesinde, Taru,

* Mazgirt ilçesinde; Seydili, Balan ve Mılan köylerini yurt edinmişlerdir.
 

Dersim, Elazığ yöresinde halk arasında Seyyid Sabun olarak da bilinir. Vesikalarda ise, Seyyid Seyfeddin veya Seyyid Seyfettin olarak geçmektedir. Doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmemekle birlikte, 1515 li yıllarda yaşadığı tahmin edilmektedir.  

Seyyid Seyfeddin Ocağı, taliplerinin bulunduğu alanlar...
Elazığ, Dersim-Tunceli, Erzincan, Erzurum, Muş, Sivas, Tokat, Balıkesir, Izmir, Aydın, Izmit ve Türkiyenin diğer illerinde de varlıkları söz konusudur.
 

Seyyid Seyfeddin Ocağı’nın Mürşid, Pir ve Rehber konumu...
Mürşidi, Ağuiçen ocağındandır,

Piri, Şeyh Ahmet ocağındandır ve

Rehberi, kendi ocağımızdan Seyyid Süleyman’dır.
 

Seyyid Seyfeddin Ocağı,, Baba Mansurların piri ve Kureşanlıların da Mürşidi dir. 

Paulu ilçesine bağlı Seyyidili Köyü’nün çoğrafik konumu...
Dersim-Tunceli il merkezine yaklaşık 70 km,

Elazığ il Merkezine 60 km,

Diyarbakır il merkezine 100 km ve Bingöl il merkezine de 65 km’dir.
 

Seyyid Seyfeddin kerameti, hakkında...
Seyyid Seyfeddin, Elazığ-Palu-Seydili köyü’ne  yerleştiğinde köylüler, Seyyid Seyfeddin’in kim olduğunu merak ederler. Meraklarından  Seyyid Seyfeddin’ne sorarlar. Kimsin, ne yaparsın? vs.
 

Seyyid Seyfeddin, ben de sizin gibi Allah’ın bir kuluyum, nasip buraymış diye cevap vermiş. Seyyid Seyfeddin’in konuşmaları, hal ve hareketleri köylüleri oldukça etkiler. Bu durumdan dolayı, tekrar tekrar kendisine sorarlarmış. 

Seyyid Seyfeddin, kendisinin Horasan erenlerinden olduğunu söyler. Seyyid Seyfeddin’i bilenler köylülere, Seyyid Seyfeddin’in keramet sahibi bir zat olduğunu kendilerine anlatılır. Bunun üzerine köylüler daha da meraka düşerler. Seyyid Seyfeddin’den kendilerine kerametini göstermesini isterler.

Rivayete göre Seyyid Seyfeddin, köylülere ne yapmamı istiyorsunuz? diye sorar. O esnada bir dut ağacının dibinden geçiyorlarmış. Köylülerden biri, bu dut ağacından bir dal kes de görelim demiş.
 

Seyyid Seyfeddin sorar, kökten mi yoksa? Köylü, bir dal kes yeter der. Seyyid Seyfeddin, elindeki asayı sallarken iki dal birden kesilmiş ve buna şahit olan köylüler Seyyid Seyfeddin’e eyvallah etmişlerdir.

Seyyid Seyfeddin’e bu dut ağacından bir dal kes diyen köylü evine giderken, yolda komşusuyla karşılaşır. Hal hatır ederlerken komşusu, heycanlı görünür. Köylü komşusuna sorar, hayırmıdır? Sorusunu tam sormadan senin iki çoçuğun öldü, der. Bu kederli haber üzerine köylü, heyvah kökten deseydim o zaman kökümüz kesilirdi diye kendi kendine söylenmiştir. 

Bu olay, köylüler arasında konuşulur ve olay, köylülerin üzerinde bayağı etki yapmıştır. Velhasıl köylüler, Seyyid’in huzuruna giderler. Seyyid’e niyaz olurlar. Seyyid Seyfeddin’e, köyün en değerli yerini gösterirler, hangi köyü istersin sorusunu sormadan, Seyyid Seyfeddin, beni rahat bırakın yeter diye kendilerine cevap verir. Benim nasibim, buraymış der. Seyyid Seyfeddin köylülerden büyük saygı ve ilgi görür. Köylüler, Seyyid Seyfeddin’in yaşadığı yere „Seydili köyü“ ismini verirler.
 

Diğer bir keremeti hakkında…
Hırkasını nehir suyunun üstüne sererek, bir taraftan diğer bir tarafa geçerek kendi kardeşlerini karşıladığı rivayet edilir.

Seyyid Sabun, lakabı hakknda...  

Seyyid Seyfeddin’in taliplerinden biri, Suriye’ye iş yapmak ister. Talip Pirinden destur yani müsade ister. Seyyid Seyfeddin, talibine "Talip nereye gidersen git yolun açık ola. Yanlız atalarını, ata yurdunu unutma. Çoluk çoçuğunu yetim koyma. Yolunu yordamını ve Pirini unutma. Kendini Dünya malına verme, seni yaradanın var, ondan başkasına kulluk etme. Ben, seni sana seni Allah'a teslim ediyorum. Söylediklerimden kusur eylemezsen, Canab-ı Hakk’ın yardımıyla yolun açık, işinde başarı elde edeçeksin. Yolun açık ola" der.

Talip; "Pirim, yolumdan dönersem o an Allah’a kanım helaldır. Siz, duanızı benden esirgemeyin. Bende taliplik hakkıma bağlı kalacağım ve her sene size gelip eteğinize niyaz olacağım" der. Ve sonuçta talip, Suriye’ye gider orda bir sabun fabrikası açar. Kendi işinde oldukça başarılı olur. 

Pirine verdiği ikrara yani söze bağlı kalıp, her sene köyüne gelip Pirini ziyaret edermiş. Pirine fazlasıyla sabun beraberinden getirirmiş. Seyyid Seyfeddin’de bu sabunu her seferinde, insanlara, taliplere dağıtır ve böylece devam edermiş. Dolayısıyla Seyyid Seyfeddin, „Sabun“ lakabını buradan almıştır.

Rızalık lokması-Hakkkula, hakkında...
Beyağlame, isim Şahtalibi yani Seyyid-i Saadet Evlad-ı Resül’ün haricindekiler. Diğer bir deyimle Ocakzade olmayanlardır. Bir Pire bağlanıp, Ehli Beyt’e gönül verip yola girenlerdir. Doğu Anadolu Dersim-Tunceli’den örnek vereçek olursak; Şadianlar, Hıranlılar, Hizollular, Abdallar, Demenanlılar vs. bütün bu ezbetler yani aşiretler Hakkula-Rızalık lokması olarak Kureşanlıların hakkıdır, rızalık lokmasını Kureşan Ocağı’na verirler.

Kureşan Oçağı’da rızalık lokmasını Baba Mansur Ocağı’na, Baba Mansur Ocağı Seyyid Seyfeddin Ocağı’na, Seyyid Seyfeddin Ocağı da Şeyh Ahmet Ocağı’na, Şeyh Ahmet Ocağı’da Ağuiçen Oçağı’na, Ağuiçen Ocağı’da kendi Mürşid ocağına derken Rızalık lokması, Hünkar Hace Bektaş-ı Veli Dergahı’na sunulur. Orada, aş olarak pişer ve insanlara paylaşılır. Bu da yolun, el ele el Hakk’a olduğunu ve dolayısıyla Yol, Taliplik üzerine kurulmuştur.
 

Seyyid Seyfeddin Ocak evlatlarının ikamet ettiği yerler…
Taru Bingöl-Nazimiye Dersim de; Seyyid Veli, Seyyid Süleyman Azaklar,

Gemik-Mazgirt Dersim de; Özmenler,

Deriova-Nazimiye Dersim de; Gerçekler.

Balaban köyü-Mazgirt Dersim de; Klavuzlar,

Riçik köyü-Mazgirt Dersim de; Şimşekler, Doğanlar,

Mastan yeni ismi Orta Harman köyü-Mazgirt Dersim de; Açıkgözler, Yücetepeler

Hayvatlı-Mazgirt köyünde: Yücetepeler,

Seyyidli/Seyyidan köyü-Mazgirt Dersim de: Küçükler, Solmazlar, Yalçınkayalar

Örs köyü-Mazgirt Dersim de: Azaklar

Elağmur köyü-Mazgirt Dersim de: Yıldırımlar,

Karlı Ova köyü-Bingöl de: Safiyanlılar,

Gamişan köyü-Bingöl de: Safiyanlılar,

Haci Yusuf köyü-Mazgirt Dersim de: Şahinler ve

Tercan ilçesi-Erzincan da; Doğanlar,
 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Seyyid Seyfeddin Ocağı, Video LİNKİ: https://youtu.be/55CEr2A0EyY

 

Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı, sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Hakk Dergahı TV-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62; Facebook, Seyyid Hakkı Azak özel sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=61570018628168; * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241; * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519; * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ Aşk ile Canlar...